|
Bursa Üniversitesi
Kurma Derneği 1965'de kuruldu. Kurucu üyeleri şunlardı:
Abdülkadir
Aytı, Zeki Yücel, İshak Bakiler,
Dr. Necati Üster, Dr. Mehmet Ali
Büyükçakmak, Mehmet Beysel, Kemal Türkün, Mümin Erden, Hasan Bozkurt, Fahri
Batıca, Abdurrahman Şenipek, Şinasi Beken, Dr. Necati Vural, Dr. Orhan
Keskin, Dr. Pertev Günday, Sabahattin Köksal,
Kemal Bengü, Memduh Üreyen,
Ertuğrul Mat, Semih Odman, Dr. Mirat Olgaç, Dr. Behiye Olgaç, Semih Sevilen,
Salih Kiracıbaşı, Muvaffak Ersöz.


Oturanlar soldan sağa: Nurhan
Hüryaşar, Osman Aktan (başkan),
Necati Akgün
Ayaktakiler: Dr. Alaattin Yılmazsoy, Ferruh
Ulukardeşler, A. Aksoy, Turhan Tayan (1975) 

Üniversitenin Kuruluş Sürecine Tanık Olanlarla Söyleşiler
Bu söyleşiler Uludağ Üniversitesi Tarih bölümü öğrencilerinin yürüttüğü proje
kapsamında yapılmış, Doç. Dr. Saime YÜCEER tarafından denetlenmiştir.
Adı Soyadı: Ertuğrul SEYHAN
Doğum Tarihi: 1930
Mesleği: Emekli öğretmen
Görüşme tarihi ve yeri: 30.12.2004-Bursa
Görüşmeyi yapan: Esin
AYTAÇ
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
İlkokul öğretmeni olarak 1948 yılında göreve
başladım. İlkokul, ortaokul, lise, eğitim enstitüsü öğretmenliği yaptım.
Milli Eğitim Müdürlüğü, İlköğretim Genel Müdürlüğü ve en sonda Almanya
Eğitim Müşavirliği görevinden emekli oldum. Yalnız 1972 yılında bir
haksızlığa uğradığım düşüncesiyle görevden ayrıldım. 1972-1973 yıllarında
politikayla uğraştım. Ama politikanın bana göre olmadığı düşüncesiyle daha
fazla devam etmeyerek ayrıldım. 1978 yılında memuriyete tekrar döndüm.
Kaç senedir Bursa’da yaşıyorsunuz?
Doğma büyüme Bursalıyım. Gemlik’in Umurbey
köyündenim. 1957 yılında Bursa’ya İlköğretim müfettişi olarak tayin edildim.
Ondan sonra da hep buradaydım.
Üniversitenin kuruluşu ile ilgili ilk teklif nereden
geldi? Bize bu süreçten bahseder misiniz?
Bursa Rehberlik ve Araştırma Müdürü iken, Mart
1966’da Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atandım. Daha göreve başlarken ilk
yapmam gereken işleri planlamıştım. İlk işim Bursa’da bir üniversite
açılması için çalışma yapmaktı. Yalnız bunun için ilk iş bir öğretim binası
bulmak gerekiyordu. Şimdiki Osmangazi Kaymakamlık binası, daha önce Kız
Öğretmenokuluydu. Öğretmen Okulu Muradiye’de, bu ek bina ise Altıparmak’ta
idi. Öğretmenler ve öğrenciler bu iki bina arasında mekik dokuyor, idari
zorluklar yaşanıyordu. Niyetim bu gerekçeleri ileri sürerek bu binayı
Bakanlık’tan alarak üniversite için bir başlangıç binası yapmaktı. Niyetimi
saklayarak uygulama ilkokulu adı altında Kız Öğretmen okulu bahçesinde 12
derslikli bir okul yaptırdım. Binanın bittiği sırada Öğretmen Okulları Genel
Müdürü Bursa’ya geldi. Okul Müdürü Kadri Çağal’la birlikte binaları takas
etme fikrini Genel Müdür’e açtık. Genel Müdür eğer Bakan buna razı gelirse
takasa izin vereceğini belirtti. Bir müddet sonra Milli Eğitim Bakanı İlhami
Ertem Bursa’ya geldi. Ona iki binanın takası hakkında gerçek niyetimi
söyledim. Bakan evvela itiraz ettiyse de sonra Vali Ertuğrul Ünlüer ve
Milletvekili Mustafa Tayyar’ın ısrarı üzerine kabul etti. Ben de binanın
boşaltımı için emir verdim. Boşalan binada yapımı devam eden Çekirge’deki
Cumhuriyet Lisesi öğrencileri ve 11 Eylül İlkokulu öğrencileri öğrenim
gördü. Okulların yapımı bitince bina boşaltıldı. Bu sırada Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay Bursa’ya geldi. Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda verdiğimiz
brifingde ben, Bursa’da bir üniversite açılmasının lüzumuna işaretle, Prof.
Dr. Zafer Paykoç’un bu hususta vermiş olduğu ve sağlam gerekçelere dayalı
raporu okudum. Paykoç raporunda İstanbul Üniversitesi’nin bir şubesinin
Bursa’da açılmasını istiyordu. Buna istinaden bende önce Tıp Fakültesi
açılması hususunda Cumhurbaşkanımızın aracı olmasını istirham ettim. Bununla
kalmayarak İstanbul Tıp Fakültesi Dekanlığı’na resmen müracaatta bulunduk. O
zamanki Dekan Cihat Abaoğlu bir heyetle Bursa’ya geldi. Bakanlıktan
aldığımız binayı gördü ve fakülte şubesinin açılmasını kabul etti. O yıl
şube açıldı. 50 öğrenci alındı. Ancak ilk sene öğrenciler İstanbul’da
öğrenim görecek, ancak ikinci yıl Bursa’da faaliyete geçecekti. Fakültenin
açılışı, Bursa Üniversitesi için ilk ve çok önemli bir adımdı. O sıralarda
Milli Eğitim Bakanı olan Orhan Oğuz Bursa’ya geldiklerinde, kendisine Milli
Eğitim Müdürlüğü’nden ayrılmak istediğimi, Rehberlik Merkezi Müdürlüğü’ne
geri dönmek istediğimi söyledim. Sayın Bakan, “İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisini, Bursa Üniversitesini, Anadolu Lisesi’ni açmadan seni görevden
almam. Bu üçünü tahakkuk ettir, hangi görevi istersen vereceğim,” dedi.
Bunun üzerine Eskişehir Akademi Başkanlığı ile temasa geçtik. Prof. Dr.
Hasan Dirimtekin görüşmek üzere Bursa’ya geldi. Tıp Fakültesine tahsis
edilen binayı ona da gösterdik Eskişehir Akademisi’nin şubesinin açılmasına
karar verildi. 450 öğrencinin kaydı yapıldı. Bu öğrencilerin 400’ü Bursalı
idi. Akademi açılacaktı ama pek çok eksik vardı. Ama bunlarında üstesinden
geldik. Akademi açıldıktan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi’nden Prof. Dr. Erol Manisalı başkanlığında bir heyet beni evimde
ziyaret ederek, fakültenin bir şubesinin burada açılması için ricada
bulundular. İkinci bir binamız yoktu ve masrafları karşılayabilmemiz mümkün
değildi. Akademinin yeterli olduğunu bildirerek ve özür dileyerek red cevabı
verdim. Sayın Orhan Oğuz’un ikinci isteğini de yerine getirerek Anadolu
Lisesi’nin açılmasını sağladım. Artık sıra üçüncü istekteydi.
Üniversitenin oluşumu aşamasında ne gibi çalışmalar
yapıldı ?
Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yanı sıra 1967’de
kurduğumuz Üniversite Kurma Derneği’nin ikinci başkanı olarak görev
yapıyordum. Akademinin bütün giderlerini anlaşma çerçevesinde Dernek
karşılıyordu. Tabii para toplama işi de büyük ölçüde benim üzerimdeydi.
Çevrem çok geniş olduğu için para toplamakta güçlük çekmiyordum. Üniversite
için benden büyük bir arazi bulmam istendi. Hamitler Köyü’nde 100 dönüm
kadar hazineye ait bir arazi vardı. Bu yeri Prof. Dr. Cihat Abaoğlu
başkanlığında gelen heyete gösterdik. Yerin küçük olduğunu söylediler. 6-12
bin dönümlük bir saha istediler. Ve kısa zamanda yer bulamazsak Eskişehir,
Edirne’nin de talepleri olduğunu ve arsalarının hazır olduğunu ilave
ettiler. Bursa ovası gibi verimli bir yerde böylesi büyük bir arazi bulmak
hiç de kolay değildi. Vali Enver Saatçigil ve Orman Başmüdürü ile birlikte
Uludağ eteklerinde yer aradık. Ama bulamadık. Ümidimiz kırılmıştı. Tam bu
sırada bir tesadüf imdadımıza yetişmişti. Bir gün Görükleliler daireme
gelerek benden kasabalarında ortaokul açılmasını istediler. Bir bina
bulmuşlar, gelip görmemi istediler. Gidip yeri ileriki günlerde gördüm. Ama
gözüm ilerideki çayırlığa takıldı. Orayı sorunca yerin hazineye ait olduğunu
söylediler, iki köye mera olarak tahsis edilmiş, 7-8 bin dönüm kadarmış. Ama
çayır çok çabuk kuruyormuş ve fazla verim alamıyorlarmış. Sevinçle “Ortaokul
tamam, şimdi sıra üniversitede. Mera hakkınızdan vazgeçerseniz burada
üniversite açarız.” dedim. Köylüler inanamadılar, onlara üniversitenin
kendilerine sağlayacağı yarardan bahsettim. Köylü kabul etti. Beraberce
merayı dolaştık ve Özlüce Köyü’ne gidip ihtiyar heyetini toplayarak konuyu
görüştüm. Onlarda konuya çok sıcak yaklaştılar, ellerinden muvafakat yazısı
alıp doğruca Vali Konağı’na gidip Vali Bey’e müjdeyi verdim. Vali Bey,
evinden Cihat Abaoğlu’nu arayıp, üniversiteye yer bulduğumuzu söyledi. Heyet
tekrar geldi. Bursa’ya 18 km. uzaklıkta olan bu yeri beğendiler. Ancak
Devlet Planlama Müsteşarlığı’nın da onayı gerektiğini söylediler. Devlet
Planlama Müsteşarlığı’na gerekli müracaatı yaptık. O zaman Sosyal Planlama
Şube Müdürü Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş konuyu incelemek üzere geldi. Sahayı
ikimiz dolaştık, o da uygun buldu. Ancak İzmir yoluna cephe açılması ve
aradaki şahıs yerlerinin satın alınması gerektiğini bildirdi. Vali Enver
Saatçigil başkanlığında, Belediye Başkanı, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı,
Özel İdare Müdürü ve benim iştirakimle bir toplantı yaptık. Ben gelişmeler
hakkında bilgi verdim, satın alınması istenen yerlerin alımı için,
Üniversite Kurma Derneği’ne para yardımı yapılmasının şart olduğunu
bildirdim. Sonunda yardım etmeğe söz verdiler. Sözlerini tuttular da.
Üniversitenin kuruluşunda ekonomik ve diğer
yönlerden halktan destek alındı mı?
Dernek ikinci başkanı olarak mal sahipleriyle
görüşüp, pazarlığı ben yapıyor, ikna ederek el sıkışıyordum. Bir pusula ile
Tapu Müdürü Osman Aktan’a gönderiyor, o hemen tapu muamelesi yapıyor,
muhasip üye İlköğretim Müdürü İsmet Daldın parasını ödüyordu. Köylüler büyük
anlayış gösterdiler ve fedakarlık ettiler. Hiç zorluk çıkarmadılar. Kısa
zamanda İzmir yoluna kadar olan yerlerin çoğunu satın aldık.
Üniversitenin kurulmasına halkın yaklaşımı nasıldı ?
Halkın hiçbir olumsuz tavrı yoktu başta. Üniversite
resmen kurulduktan sonra bizim paramız bittiği için alamadığımız arazinin
bir kısmı kamulaştırılmış. Fiyatlarda büyük bir fark doğunca, satın
aldığımız yerlerin mülk sahipleri, öfke ile bana lanet okumuşlar. Hatta
duydum ki açılış töreninde “Üniversite istemiyoruz” sloganları atmışlar. Ama
genellikle Bursa halkının üniversiteye bakışı çok sıcaktı ve maddi, manevi
çok desteklediler.
Daha sonra nasıl gelişmeler oldu?
Üniversitenin arazisini İzmir yoluna kadar
genişlettikten sonra haksız yere görevden alındım. Mart muhtırası sonunda
kurulan hükümet böyle uygun görmüştü. Tayin edildiğim göreve gitmeyip
memuriyetten istifa ettim ve Üniversite Kurma Derneği ile ilişiğimi kestim,
köşeme çekildim. Aradan yıllar geçti ve Türk Eğitim Vakfı’nın Bursa Şube
Müdürlüğü teklif edildi. Teklifi kabul ettim. 5 bin dönümlük arazisini Türk
Eğitim Vakfı’na bağışlayan Rıza Biçen’in vakıf senedini incelediğimde, bir
öğrenci yurdu yapımını şart koştuğunu gördüm. Hemen harekete geçerek yurt
binasının Uludağ Üniversitesi kampus sahasında yapılmasını istedim. Teklifim
kabul edildi ve açılmasında emeğim geçen üniversitenin bir de yurt binasına
kavuşmasına vesile olmak beni çok mutlu etti.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Bizden sonra dernek yönetiminde çalışanların bir
televizyon programında, bizden hiç bahsetmemelerine çok içerledim. Yurt
kurulması vesilesiyle Prof. Dr. Nihat Balkır ile tanıştık ve kendisine
üniversite ile ilgili yapmış olduğum hizmetlerimden bahsettim. Ancak ondan
sonradır ki, üniversitenin açılışında hizmeti geçenler listesine dahil
edildim. Nasıl hayırlı bir iş yaptığımızı şimdi daha da iyi görüyorum. Bu
konuda Zafer Paykoç’un hazırladığı raporunda büyük katkısı olduğunu itiraf
etmek ve adını rahmetle anmak boynumuzun borcudur.
---------------------------------------------------------------------------
Adı: Nurhan HÜRYAŞAR
Doğum Tarihi: 01 Ocak 1937
Mesleği: Avukat
Görüşme tarihi: 15.11.2003
Görüşmeyi Yapan: Mehtap ÇAĞLAR
Bize kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul doğumluyum. 1958 tarihinde İstanbul Hukuk
Fakültesini bitirdim. 1961 yılında Hazine Avukatı olarak Bursa'ya tayin
edildim. Bursa'da bir yıl hazine avukatlığı yaptıktan sonra serbest olarak
avukatlık hayatına atıldım. O günden beri serbest olarak çalışıyorum.
Evliyim Çiğdem Hüryaşar isminde bir eşim, Ahmet Kadir Hüryaşar isminde bir
oğlum, Hayal Hüryaşar isminde de bir gelinim var.
Kaç senedir Bursa 'da yaşıyorsunuz?
Tam 42 sene oldu.
Üniversitenin kuruluşuyla ile ilgili ilk teklif
nereden geldi. Bu kişilerden bahseder misiniz?
Şimdi üniversitenin kuruluşuyla ilgili ilk bilgim
şöyle oldu. 1967 yılında yazıhanede otururken, o zamanki Baro Başkanı Avukat
Zeki Yücel imzalı bir davetiye geldi önüme, o haftanın ilk pazar günü Bursa
Vilayeti İl Genel Meclisi salonunda üniversite kurulması ile ilgili bir
toplantı yapılacağı, o toplantıya benim de gelmem gerektiği bildiriliyordu.
Bu konudaki ilk bilgim o şekilde oldu.
Bu olayla ilgili herhangi bir anınız var mı?
Şimdi şöyle. O tarihlerde Bursa'da bir üniversite
kurulması hayal ötesi bir şeydi. Yani üniversite kurulması söyleniyordu,
söyleniyordu ama kolay kolay gerçekleşeceğine inanılmıyordu. O nedenle ben o
ilk toplantıya gitmedim. Ancak orada, sonradan öğrendiğim kadarıyla
Üniversite Kurma Demeği Müteşebbis heyeti seçilmiş, aklımda kaldığı
kadarıyla ilk başkanı Sifaş Fabrikası Genel Müdürüydü.
Üniversitenin oluşumu aşamasında ne gibi çalışmalar
yapıldı?
Üniversitenin oluşumu aşması daha sonraki
aşamalardır. Şöyle söyleyeyim size, 1967'de ilk müteşebbis heyeti
seçildikten sonra 1970'de Bursa Tapu Sicil Müdürü Osman Aktan yakın
arkadaşımdı, bana telefon etti. Üniversite Kurma Demeği Yönetim Kuruluna
kimse sahip çıkmıyor biz girelim dedi, o tarihte, ben de olur dedim. Osman
Aktan'ın teklifi ile o zamanki arkadaşlarımız Necati Akgün, Turan Tayan,
Cihat Demirören, Doktor Selahattin Yılmazsoy ve ben yönetim kuruluna
seçilmiş olduk. Ondan sonra üniversite kurma çalışmalarına başladık. Bu
çalışmalar şu şekilde oldu; kısım kısım dernek olarak, yönetim kurulu olarak
Ankara'ya gitmek suretiyle ilgili bakanlarla temaslarda bulunduk.
Üniversiteye yer tahsisi, kadro tahsisini istedik. Bursa'nın o zamanki
milletvekillerinden de çok yakınlık gördük, bunlar arasında Nail Atlı,
Hüseyin Sungur'u saymak isterim. O zamanki Bursa milletvekili İbrahim Ökten
zamanın Milli Eğitim Bakanı, Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil,
Ticaret Bakanı, İnegöllü Milletvekil Ahmet Bey vardı, onunla da görüşmeler
yapıldı, görüşmelerin bir kısmını biz yaptık, bir kısmını da diğer
arkadaşlarım yaptılar. Bu şekilde çalışmalar başladı. Burada ilginç olan bir
anım, bizim Osman Aktan Tapu Sicil Müdürü olduğu için Bursa'da üniversite
kurulması müsait olan yerleri yönetim kuruluna getirdi. Yönetim kurulunda
üniversiteyi nereye kuralım diye tartıştık. Bursa bir ticari şehir biz de
sıradan insanlarız. Üniversitede ne bir fizibilitece bir ulaşım çalışması
herhangi bir çalışma yapılmadan. Tapu Müdürünün önerdiği iki yer üzerinde
yönetim kurulunda tartışma yaptık. Biri Görükle idi, biri şimdi Küçük Sanayi
Bölgesi olan Fidyekızık'ın altındaki yerdir. Tartıştık, konuştuk yönetim
kurulu olarak. Oranın taşlık ve üniversitenin kurumlaşma müsait olmadığını,
kurulacak üniversitenin gelişmesine imkan vermeyeceğini düşünerek,
Görükle'de kurulmasına karar verdik.
Üniversitenin kuruluşunda ekonomik ve diğer
yönlerden halktan destek verenler var mıydı?
Üniversitenin kuruluşunda Sağlık Bakanlığı Göğüs
Hastalıkları Hastanesi olan binayı, önce oranın tahsisini sağladık, Sağlık
Bakanlığından. Tıp Fakültesiyle ilk olarak orada kuruldu, 1974 yılında. Tıp
Fakültesi açılışı yapıldı. Yalnız ondan önce Tıp Fakültesi adı altında
İstanbul Üniversitesinde, Bursa Tıp Fakültesi öğrencileri okumaya
başladılar.
Üniversitenin kurulmasına halkın yaklaşımı nasıldı?
Halkın yaklaşımı konusunda, bütün Bursalılardan
yakınlık gördük. Mesela o zamanki hastane için kadro dahil hiçbir şey yok,
sadece dekan atanmış, Fikret Karaca açmıştı 1974 yılında. Temizlik işleri,
su, bu işler için ufak tefek masraflar için; yani masaydı, sandalyeydi gibi
şeyler için yardım istediğimizde halktan hakikaten büyük yakınlık gördük.
Yalnız halkın yaklaşımı derken tüm Bursalılar üniversitenin kurulmasında
destek oldular. Ancak Görükle'de üniversitenin temelinin açılış merasiminde
Görükle'deki halk "Üniversite istemiyoruz" diye dövizlerle karşıladılar
bizi.
Üniversitenin kuruluşunda hangi sorunlarla karsı
karşıya kalındı. Öncelikli sorunlar nelerdi?
Şimdi tabi herkes bildiklerini kendi çalışma
alnından ifade edecektir. Ben, Bursa Üniversitesi yani bugünkü Uludağ
Üniversitesi kurulduğunda, kuruluşların çalışma aşaması, İstanbul
Üniversitesinin patronajında gerçekleşti. O zamanki rektör Nazım Terzioğlu
hatta biraz evvel söylediğim üniversitenin temel atma merasimine geldiğinde,
Görüklelilerin “Üniversite istemiyoruz” dövizleriyle karşılaştığı zaman,
"İstemiyorlarsa ben de kurmam" demiş. Prof. Dr. Ayhan Arınık ondan sonra
dönüp burada üniversite kurulacak diye ona mektup yazmış, şimdi emeklidir
onunla görüşebilirsiniz. Bir takım aşamalardan geçti. Ben hukukçu olduğum
için İstanbul Üniversitesinin vekaletini alarak 1972'de her şeyden önce yer
sorunu vardı tabi. Görükle'deki üniversite alanı olarak düşünülen yerleri
istimlak etmeye başladım. Burada Yönetim Kurulu Başkanı Osman Aktan’ın büyük
yardımlarını gördük. Ayrıca bu yerleri istimlak ederken o zamanla 80
kuruştan istimlak ettik metrekaresini. Dava açanlar 120 kuruşa çıkardılar. O
zamanki miktarı, yani ortalama bir liradan arsayı, araziyi istimlak etmiş
olduk. Bu arada bildiğim kadarıyla Bursa Belediyesi, Bursa Ticaret Odası da
parasını ödemek kaydıyla üniversite adına o yerleri satın aldılar. O
zamanlar birlikte çalıştığımız yerlerin istimlaki konusunda bugün
üniversitenin Sivil Savunma Müdürü olan sayın Ramazan Üzü'nün de büyük
katkıları olmuştur.
Uludağ Üniversitesi neden İstanbul Üniversitesine
bağlı olarak kuruldu?
Üniversite hazırlık çalışmalarında resmi bir patrona
ihtiyaç vardı. O resmi patron da İstanbul Üniversitesi oldu, en yakın
üniversite olması nedeniyle. Üniversitenin kurulması için dediler ki en az
iki fakülte olması lazım. Öncelikle 1974'te Tıp Fakültesi açıldı, biraz
evvel söylediğim gibi eski yerinde arkasından Ziraat Fakültesinin kuruluş
çalışmaları başladı. Bunlar yapılıyor derken Ankara'da bakanlarla temas
ediliyor, onlardan imkanlar sağlanıyor, İstanbul Üniversitesi adına da
araziler istimlak ediliyor. Diğer üniversitelerle de temaslarda bulunuyoruz,
mesela Ziraat Fakültesi için Ege Üniversitesiyle temaslarda bulunduk.
İktisat Fakültesini de Necati Akgün'le ben o zamanki İstanbul Üniversitesi
Dekanı Esat Akçam'a gittik. O bize müjde İktisat Fakültesi Bursa'da bir şube
açmaya karar verdi dedi. Böylece ikinci fakülteyi de kurmuş olduk. Bir anım
daha var. O zaman vali Sedat Tolga da çok destekliyordu bizi. Orta Doğu
Üniversitesinden bir profesör arkadaşım geldi, "Mühendislik Fakültesini de
biz kuralım” dedi, ben de “olur” dedim ve bir yazı yazdım ODTÜ Rektörlüğüne.
Bursa Üniversitesi Mühendislik Fakültesinin tarafınızdan kurulması,
tarafımızdan uygun görülmüştür. Takdirlerinize arz ederim, şeklinde. Vali
Sedat Tolga imzaladı. Yolladı yazıyı. Aradan 15-20 gün geçti, ODTÜ
Rektörlüğünden Vali Beye bir cevabi yazı geldi. “Gaziantep'te Mühendislik
Fakültesi kurduğumuz için Bursa'da kurmamıza imkan yok” diye bir cevap
geldi. Böyle de bir hatıram var. Ancak Profesör arkadaşım yıllar sonra bana
tekrar uğradığında Orta Doğulu profesörlerinin, Bursa'da bir mühendislik
fakültesi kurmadıkları için pişman olduklarını söylemiş idi. Sonradan bu
mühendislik fakültesi İstanbul Üniversitesinin yardımları ve hocalarının
ders vermesi sureti ile kuruldu.
Ne gibi katkıları olmuştur?
Mesela üniversite genişledikçe barakalar Hürriyet
mahallesinde kuruldu. O barakalar temin edildi, yerler temin edildi,
öğrencileri oralarda okutmaya başladılar. Ayrıca bizim tüm emeğimiz
üniversite kurulana kadar oldu. Kurulduktan sonrada biz kendimizi feshettik.
Ancak ben 1975'e kadar İstanbul Üniversitesini temsilen, yani Bursa
Üniversitesinin hukuki şahsiyeti yoktu. Bursa Üniversitesinin hükmü
şahsiyeti 1975 yılında 1983 sayılı 4 üniversitenin kurulmasına dair kanunla
tescil edilmiş oldu. O zamana kadar İstanbul Üniversitesinin hukuk müşaviri
sıfatıyla, bütün hukuki hizmetlerim kişisel olarak ben verdim.
İlk Rektör Fethi Tezok’un, çalışmalarıyla ilgili
neler söyleyebilirsiniz? Siz de onanla birlikte miydiniz?
Gayet tabi, bütün rektörlerle o tarihte çok sıkı
temas halindeydik. Ben size şunu anlatayım. Fethi Paşa'nın çalışma sistemini
anlatayım. Maliye Bakanlığına giden bir kadro kanunu çıkacak ise önce
girişte kapıcı ile tanışır, onun halini hatırını sorar. Bakanın yanına
çıkana kadar ilgili bütün kademelerle dostluk kurardı. Bakanın yanına
otururdu. Tabi bakan da hocam diye büyük saygı gösterirdi. Bakanın yanında
kahveyi içerken o gün hangi iş için gitmiş ise o işleri orada halleder
oradan döner gelirdi. Herkes o aşamada büyük çabalar sarf etti.
İlk dönemlerde Öğretim üyesi ihtiyacı nasıl
karşılanıyordu?
İstanbul Üniversitesinin patronajında kurulduğu için
İktisat Fakültesinin öğretim üyeleri oradan geliyordu, Tıp Fakültesi
hocaları da oradan geldi. Bir kısmı atanmak sureti ile geldi, bir kısmı da
ders vermek amacıyla gelip gidiyorlardı. Hoca ihtiyacı o şekilde
karşılanıyordu.
İlk yıllarda öğrenciler nerelerde kalıyorlardı? O
zamanki öğrenci etkinliklerinden bize biraz bahseder misiniz?
O dönemki öğrenci etkinlikleri konusunda pek fazla
bilgim yok. Ancak Fethi Paşa ile bir gün beraberdik, üniversite açılışından
birkaç gün evveldi. Bu seferki açılış olaylı olacak diye istihbarat aldık
demişti. O açılışta ben yoktum, Fethi Hoca gitti. Çocuklar bir takım
taleplerde bulunmuşlar o tarihte, o şekilde, yani o zaman önemli bir şeyler
yoktu.
Üniversitenin kültürel etkinlikleri var mıydı?
Üniversite bunları zaman içinde ilerletmeye başladı.
O zaman asistan olanlar şimdi profesör oldular, hepsi genç arkadaşlardı,
dinamik, çalışkan arkadaşlardı. Üniversite kurulduğu zaman bildiğim
kadarıyla ellerinden gelen hizmeti büyük çabalar sarf ederek yaptılar.
Üniversitenin kuruluşunu basın desteklemiş miydi?
Basın çok destekledi, Bursa Üniversitesi
kurulduğunda basının çok büyük yardımlarını gördük. Basında bize yakın alaka
göstererek kamuoyunun oluşmasında çok yardımcı oldu.
O sıralarda üniversiteye kurumların bakış açışı
nasıldı? Üniversitenin diğer kurumlarla ilişkisi var mıydı?
Üniversite kurulduktan sonra zaman içinde kurumlarla
sıkı alışveriş, daha sıkı münasebetler kuruldu, işin basında, üniversite
kurulmadan önce mesela Bursa Belediyesi, Bursa Ticaret Odası ve Sanayi Odası
üniversitenin kurulması için ellerinden gelen her türlü yardımı yaptılar.
Üniversite kent ilişkisi nasıldı?
Şimdi üniversite o tarihte Görükle'de kurulduğu
zaman kentten biraz uzak düşmüş durumdaydı. O zaman kentle üniversitenin
ilişkisi gevşekti. Ancak zaman içinde Uludağ Üniversitesine gelen Rektörler,
Prof .Dr. Nihat Balkır, Prof. Dr. Ayhan Kızıl ve şimdi nihayet Prof. Dr.
Mustafa Yurtkuran'ın çabalarıyla kentle bütünleşmiş durumdadır ve gördüğüm
kadarıyla bütün mesaisini bilimsel çalışmalara hem de kentin ihtiyaçlarını
karşılamaya sarf etmiştir. Uludağ Üniversitesi bu üstün çalışmalarıyla
Avrupa standartlarında bir üniversite unvanını kazanmıştır.
Üniversitenin sosyal tesisleri nasıl oluştu?
Kükürtlü, Kirazlıyayla’daki gibi…
Kükürtlü’yü ben istimlak ettim. Kükürtlü’nün
sahipleri birkaç kişiydi, bir tek kişi işletiyordu. Temas ettik, diğer
sahipleriyle, diğer hissedarlarıyla, Rektör Prof. Dr. Nihat Balkır’ın
başkanlığında onlarla masaya oturduk, bende yanında olmak üzere ve o zamanki
rakamlarla 40 milyon liraya bütün Kükürtlü’yü istimlak ettik. Bir adet
hissesini de İstimlak etmek suretiyle üniversiteye mal ettik. Böylece Uludağ
Üniversitesi ve Bursa büyük bir sosyal tesis kazanmış oldu. Hatta oradaki
çalışmalarından dolayı 16 Kasım 1981 yılında Prof .Dr. Nihat Balkır’dan,
“Üniversitemiz yetkili kurulları kararıyla Kükürtlü Kaplıcaları Adıyla
anılan tesislerin kamulaştırılması işleminin yürütülmesi ve
sonuçlandırılmasında üniversitemiz hukuk müşaviri olarak göstermiş olduğunuz
üstün gayret ve azimli çalışmalarınızdan dolayı sizleri kutlar, bizlere
vermekte olduğunuz hizmetlerinizde başarılarınızın devamını dileği ile
teşekkürlerimi sunarım " diye bir yazı aldım. Bunu da bir anı olarak
saklıyorum.
Üniversite arazisinin tapusu nasıl çıktı?
Üniversite kurma derneği yöneticisi olarak avukat
olan bir tek bendim. Diğer arkadaşlarım başka meslektendi. Bu itibarla
İstanbul Üniversitesinin patronajında, Uludağ Üniversitesi kurulurken daha
doğrusu o zamanki adıyla Bursa Üniversitesi kurulurken oradaki istimlak
müdürü ile temas ettim. Bana İstanbul Üniversitesinin 1972 yılında umumi
vekaletini verdi. O vekaletle ben İstanbul Üniversitesi adına buradaki
arsaların istimlakine başladım. Bu İstimlakler sırasında biraz önce de arz
ettiğim gibi Bursa Belediyesi, Bursa Ticaret Odası yardımcı oldu. Bazı
arsaları parasıyla satın aldılar, bu arada da biz İstanbul Üniversitesi
Rektörlüğü adına resmi olarak istimlaklere başladık. Bunun tarihi de
1975'tir. İstanbul Üniversitesinden sonra Bursa Üniversitesi kurulunca Bursa
Üniversitesinin, Bakanlar Kurulu kararıyla sözleşmeli olarak vekaletini ben
aldım, istimlaklere ondan sonra da devam ettim. Bugün Uludağ Üniversitesinin
bulunduğu alan, 16300 dönümdür. Bu çok geniş bir alandır. O tarihte
1972-1975 yıllan arasında biz arsaları o zamanki fiyatı ile 80 kuruş ile 120
kuruş arasında istimlak ediyorduk. Bu kuruşu size şöyle izah edeyim. 100
kuruş 1 liraydı. 100 kuruş 1 lira yani 1000 liranın binde biri oluyordu o
zamanki parayla. Arazilerin fiyatları gene böyleydi fakat köylüler
ellerinden arazilerinin çıkmasına çok üzüldüler, üniversitenin kurulmasına
karşı çıktılar. 360 tane köylü vatandaşımız Danıştay da istimlaklerin iptali
için dava açtılar. O davaları da Bursa Üniversitesi adına biz kazandık ve
böylece istimlak işlerini yürüttük. Ancak pek çok insanın arazisi istimlak
edildiği için bunların hepsinin ayrı ayrı tapusunun çıkması gerekiyordu. Ben
Bursa Üniversitesi avukatı olarak bütün köylülere tek tek dava açtım.
Mahkemeler bize bu konuda çok yardımcı oldular. Üniversitenin istimlaki ile
ilgili her türlü kolaylığı gösterdiler. Bazı usul sorunlarını aşarak
tapuların üniversite adına çıkarılmasına yardımcı oldular. Bu konuda da
unutamadığım bir anım var; 80 yaşlarında köylü bir vatandaş mahkemeye geldi,
aşağı yukarı 10 dönümlük arazisini istimlak etmişiz, yani o zamanki parayla
metre karesi bir liradan olsa 10000 metre kare araziyi 10000 liraya istimlak
etmişiz ki bugün 10000 lira piyasada para olarak yok. O köylü vatandaş,
mahkeme de aynen şöyle dedi: "Ne olacak bu arsa" dedi. "Üniversite
kurulacak" dedik. "Devlete millete helal olsun” dedi. Ancak o sırada arkada
oğlu dinliyordu, 40 yaşlarındaydı. Fırladı ayağa "Babam bunamış, ben parasız
vermem o arsayı" diye bağırmaya başladı. Ancak babası "Ben parasız
veriyorum" dedi ve mahkemeden çıktı. Yani bütün köylü vatandaşlar her zaman
karşı çıkmadılar. Böyle kolaylık gösteren, yakınlık gösteren insanlar da
vardı. Bu şekilde zaman içinde yavaş yavaş 16300 dönüm yeri üniversite için
istimlak ettik.
Kükürtlü’deki tesisler nasıl istimlak edildi?
O zaman Kükürtlü’nün, Suudi Arabistan prenslerinden
bir prense satılması söz konusuydu. Ancak o iş olmadı. Kükürtlü Bursa'nın en
güzel yerinde sıcak sularla ilgili çok güzel bir tesis idi. Bunun daha güzel
değerlendirilmesinin Bursa Üniversitesi sayesinde olacağını düşündük.
Sahiplerini bulduk, sahiplerinden biri orayı işletiyordu. Onu işleten
dışındaki diğer hissedarlar üniversite ile anlaştılar. O zaman 40 milyon
lira civarında bir para ile orayı istimlak ettik. Bugün 40 milyon lira
öğrenci bursundan daha az bir para. O parayla koca Kükürtlüyü istimlak
ettik. Üniversite oraya büyük masraf yaptı tabi. Çalıştı, bugün Kükürtlü
tesislerini Türkiye çapında hatta Avrupa çapında çok değerli bir tesis
haline getirmiş bulunmaktadır. Ben ayrıca Uludağ Üniversitesi Hukuk Müşaviri
iken Rektör Sayın Nihat Balkır'in ısrarıyla Uludağ Üniversitesi İktisadi
İdari Bilimler Fakültesinde, Maliye Bölümünde 1981 'den 1987'ye kadar
Borçlar Hukuku dersi verdim.
Hocalık yaptığınız yıllarda ilginç bir anınız oldu
mu?
Orada da şöyle bir anım var; sınıfta 200-250 kadar
talebe vardı, derslerim çok kalabalık geçiyordu. Çok memnundum
öğrencilerimden. Sınıfın en arkasında çok güzel bir kız öğrenci ile yanında
da çok yakışıklı bir erkek öğrenci oturuyordu. Ben dersi anlatırken,
çocuklara sorular sorardım ilgilerini celp etmek için. Basit bir soru sordum
kimse cevap vermedi. O güzel kızın yanındaki yakışıklı çocuk ayağa kalktı
çok saçma bir cevap verdi. Ben kürsüden gülümseyerek sualin cevabının o
olmadığını, başka bir cevabı olduğunu söyledim ve izah ettim. Benim
derslerim arka arkayaydı. Birinci ders bitti, bu çocuklar her zaman sınıfın
en arakasında belli bir yere otururlardı. İkinci derse girdik, baktım güzel
kız oturuyor, yakışıklı erkek öğrenci yok. Tam derse başladım, kız öğrenci
kalktı, çantasını ve paltosunu aldı, yavaş yavaş yürüyerek sınıftan çıktı ve
şiddetle kapıyı kapayarak gitti. Ben uzun süre bu harekete kızdım ama bir
şey de yapmadım, sınıftan çekip gittiği için, numarasını filanda sormadım.
Sınıfın en çalışkan öğrencilerinden birisi olduğunu biliyordum. Çünkü ders
notlarını okurken ayağa kalkıyorlardı. Mesela benden en yüksek notu o kız
öğrenci almıştı. Zaman içinde düşündüm ki bu uzun zaman hiç unutamadığım bir
anıdır. Yıllar yılı düşündüm üzerinde, en sonunda hoca olarak kendimin
haksız olduğuma karar verdim. Çünkü öğrencinin herhangi bir hukuki sualin
cevabını bilmemesi doğaldır. Benim onu gülümseyerek değil normal karşılamam
gerekirdi. Bir başka anımda yazılı yaptığım bir gün, ben yazılıları
okuduktan sonra ertesi ders sınıfta herkesi kaldırarak, öğrencileri tanımak
açısından notlarını okudum. Okuduğum kağıtlardan birinde bir öğrenci
Galatasaray-Fenerbahçe maçını yazmıştı. Öğrenciye sıfır verdim, ismini ve
numarasını kaydettim. Ertesi derste de notları okurken o çocuğu sordum,
sınıfta yoktu, arkadaşlarına bana göndermelerini rica ettim. Teneffüste
çıktı geldi. Sordum, sıfır aldın, niye böyle yaptın dedim. Önüne baktı, kim
olduğunu sordum. Muğlalı bir tüccarın oğlu olduğunu söyledi. Nasihat ettim,
oğlum senin baban burada okuyasın diye masraf ediyor, şimdi siz bunun
farkında değilsiniz ama bu bir milli servettir, öğrenci yetiştirmek, yapılan
bu kadar masraflar. Biraz daha nasihat ettikten sonra gönderdim ve çocuğun
ismini not ederek, takip ettim. Bunun üzerine çocuk çalışmaya başladı. Ondan
sonraki yazılılarda çocuk iyi bir not aldı, üçüncü yazılıda da çocuk iyi bir
not aldı, sonra sınıfını geçti.
Üniversiteye başka ne gibi katkılarınız oldu? Ne
gibi çalışmalar yaptınız üniversite içerisinde, hocalık dışında?
Uludağ Üniversitesi Kanser Vakfı kurulduğundan bu
yana yönetim kurulu üyesi olarak Üniversiteye hizmet etmekteyim. Kanser
Vakfında Faruk Hocanın çok büyük hizmeti geçmiştir. Çelikpalas'ın yanında
Villabiçen'de Üniversiteye bağışlanmış bir köşkte kanser hastaları kontrol
edilmiş, teşhis edilmiştir. Böyle sosyal faaliyetlerde bulunduk.
Üniversitelerde yaşanan anarşi Uludağ
Üniversitesinde de yaşandı mı? O dönemde öğrenci olayları ile ilgili bir
anınız var mı?
Üniversitenin açılacağı gün hukuk müşaviri olarak o
zamanki Rektör Fethi Paşa ile görüşmeye gitmiştim. Konuşmamız bittikten
sonra Paşa, “Üniversitenin açılışına gidiyorum” dedi. Hürriyet’teki
kampüsteydi zannediyorum. “Kulağıma gelen duyumlara göre öğrenciler olay
çıkartacakmış” dedi. Ben gitmedim. O nedenle olayların ne olduğunu
bilmiyorum. Ancak gene tahminen o sene içinde İstanbul Üniversitesinden
gelen İktisat Fakültesi dekanımız Ali Bey veya daha sonraki yıllarda da
olabilir. Şu anda tarihini tam olarak hatırlayamıyorum. Ali Beyin dekanlık
odasında o zaman Hürriyet’teki barakalarda dersler veriliyordu. Bir gece
dekan odasında bomba patladı ve dekanın odası berhava oldu. Bu tip olaylar
da oldu bildiğim kadarıyla.
Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şeyler var
mı?
Benim Hukuk Müşaviri olarak Üniversiteye hizmetlerim
tek hukuk müşaviri ve tek avukatı olarak 1986'ya kadar sürdü. 1986 yılında
üniversitenin hukuk müşavirliğinden ayrıldım. O tarihte bana bir veda yemeği
verdiler. O veda yemeğinde de şöyle bir yazı yazdılar. "Nurhan Hüryaşar
Hukuk Müşavirliği görevi süresince üniversitemize yapmış olduğunuz çok
değerli hizmetlerinizden dolayı bir anı olarak" diye 1986 yılında Rektör
Nihat Balkır'ın imzasıyla bir plaket verdiler. Ancak işin hoş yanı benim o
tarihte bana verilen veda yemeğinde yaptığım konuşmada 2000 yıllarında Bursa
Üniversitesinin Türkiye'nin en ünlü ilk üç dört Üniversitesi arasında
olacağını temenni ve tahmin etmiştim. Bugün bunun gerçekleşmiş olduğunu
görmekten mutluyum. Bugün Rektörümüz Sayın Mustafa YURTKURAN sayesinde
Uludağ Üniversitesi Avrupa standartlarında çok değerli bir üniversite haline
gelmiştir. Üniversitemizin bu yolda daha çok gelişeceğinden. İsmini dünya
çapında duyuracağından şahsen eminim. Sizleri de yaptığınız bu tarihi
projenizden ötürü, Fen-Edebiyat Fakültesinin ilgili kürsüsünü ve hocanızı
kutluyorum. Gerçekten çok güzel bir çalışma yaptınız. Neden çok güzel bir
çalışma diyecekseniz bugün elinizdeki listelerde mevcut kurucu ve yönetim
kurulu üyelerinin hemen hemen yarısı yoktur. Kalan yarısının anılarını
derleyip toplamakla ilerde Uludağ Üniversitesinin tarihini yazanlara büyük
kolaylık göstermiş olacaksınız. Sizleri tebrik ediyorum ve teşekkür
ediyorum.
Bizde yardımlarınızdan dolayı çok teşekkür ediyoruz.
--------------------------------------------------------------------------------------------
Adı: Turan TAYAN
Doğum yeri: Bursa
Doğum tarihi: 1943
Mesleği: Avukat
Görüşme tarihi: 19.12.2003
Görüşen kişiler: Tülin İLMEN-Merve
UZUN
Bize kendinizden bahseder misiniz?
1943 Bursa doğumluyum. Evliyim iki çocuğum var.
Bursa Yıldırım Beyazıt İlkokulu, Çelebi Mehmet Ortaokulu, Bursa Erkek Lisesi
mezunuyum. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. 1964 yılında Bursa Haber
Gazetesi’ni yayına hazırladım. Uzun yıllar Bursa’da gazete çıkardım, aynı
zamanda siyasi hayata atıldım. Bir dönem parlamentoda Bursa milletvekili
olarak bir yıl Milli Eğitim Bakanı, bir yıl da Milli Savunma Bakanı olarak
görev yaptım.
Üniversitenin kuruluşuyla ilgili ilk teklif nereden
geldi? Bu kişi (ler)den bahseder misiniz? Herhangi bir anınız var mı?
1965 yılında Uludağ Üniversitesi’ni kurma ve yaşatma
derneği adı altında, Zeki Yücel başkanlığında bir dernek kurulmuştu. O
yıllarda gazete çıkarttığım için dernek yöneticileri tarafından bu dernekte
görev almam teklif edildi. 1975’ten sonra üniversitenin hukuken kurulmasıyla
derneğin kendini fes ettiği zamana kadar dernekte görev aldım. Son görevim
dernek genel sekreterliğiydi. Derneğin ilk kurucu başkanı rahmetli Zeki
Yücel, daha sonra rahmetli Avukat Abdülkadir Aytı ve son başkan da rahmetli
Osman Aktan’dı. Bunların hepsi tanıdığım, görüştüğüm ve beraber çalıştığım
değerli insanlardı. Son yönetim kurulumuzda Cahit Demirören, Teknik Ziraat
Müdürü Recai Dinçer, Gazeteci Necati Akgün. İşadamlarından Ferruh
Ulukardeşler, Yaprak Tütün, Gül Yapağı Müdürü Abdullah Aksoy, Avukat Nurhan
Hüryaşar, Dr. Hayrettin Yılmazsoy gibi değerli arkadaşlarla beraber görev
yaptık.
Üniversitenin oluşumu aşamasında ne gibi çalışmalar
yapıldı? Kuruluşunda kimler görev aldı? Bilgi verir misiniz?
Bilindiği gibi ilk fakülte İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi’ne bağlı olarak, İstanbul’da eğitim ve öğretim hayatına başladı.
İlk dekan rahmetli Fikret Karaca idi. Daha sonra Bursa göğüs hastalıkları
hastanesi, Tıp Fakültesi’ne tahsis edildi. Böylelikle Tıp Fakültesi Bursa’ya
gelmiş oldu. İstanbul Üniversitesi’ne bağlı olarak faaliyet göstermeye
başladı. O günkü üniversite yasasına göre iki fakültenin kurulmuş olması
halinde fiilen üniversite defakto bir durum kazanıyor ve kurulmuş oluyordu.
Biz de ikinci fakülteyi kurmak için büyük teşebbüslerde bulunduk. İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi’nin kurulması için dernek olarak İstanbul
İktisat Fakültesi yöneticileri ile yoğun işbirliğine girdik. Bu çalışmalarda
Prof. Orhan Tuna, Prof. Nusret Ekin, Dr. Özcan Bolcan, İktisat Fakültesi
Dekanı Esat Çam fakültenin kurulması konusunda bize yakın destek verdiler. O
günün şartları içerisinde şu anda mevcut Ziraat Okulu’nun ilk binasını Tarım
Bakanlığı’ndan bize tahsis ettirmek suretiyle burada İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi’ni açtık. Hiç unutmuyorum binanın tahsisi için o zamanın
Tarım Bakanı Korkut Özal’ı ziyarete gidiyorduk ki otomobil arkadaşlarla
Ferruh Ulukardeşlerin mercedes marka otomobilinde Recai Dinçer, ben Turan
Tayan, Necati Akgün, Başkan Osman Aktan Sivrihisar yakınlarında bir otomobil
ile çarpıştık ve Sivrihisar hastanesine kaldırıldık. Randevumuza ertesi gün
hayati tehlikemiz olmadığı için gidebildik. Bakanlıktan binanın derneğe
tahsisini istedik ve aldık. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi orada ders
vermeye başladı. 1975 Yılında Bursa Milletvekilleri rahmetli İbrahim Ökten,
rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil’le Ankara Bulvar Palas’ta bir toplantı
yaptık. Bütün siyasileri oraya çağırdık ve Bursa Üniversitesi yasasının
çıkarılması için kendilerinden destek istedik. Ve nihayet 1975 yılının
Haziran ayında 15 yeni üniversite kuruldu. Bunlardan bir tanesi de Bursa
Üniversitesi’ydi.
İlk Rektör nasıl tespit edildi? Atama yoluyla mı,
seçim yoluyla mı göreve geldi? Üniversitenin gelişimine ne gibi katkıları
olmuştur? Bunlardan bahsedebilir misiniz?
İlk rektör rahmetli Fethi Tezok’tu. Yasa gereği
atama ile göreve gelmiştir. Kuruluşta çok büyük gayretleri geçmiştir. Önemli
hizmetlerde bulunmuştu. Kendisi bizlerle dernekte sıkı ve yakın ilişki
içerisindeydi.
Üniversite ilk olarak nerede kuruldu? Yer temini
nasıl sağlandı? Binaları, Fakülteleri ve Yüksek Okulları hakkında bilgi
verir misiniz?
Dernek olarak Tıp Fakültesi binalarının proje
yarışmasını düzenledik. Bu projeyi kazanan Mimar Sezer Aygen’dir.
Projelerini dernek olarak bugünkü Devlet Tiyatrosu’nun önündeki galeride
projeyi Bursa halkına tanıttık. 1976 yılında o zamanın Başbakanı Sayın
Süleyman Demirel, Görükle’ye temel atma töreni için geldiler. Görükle’deki
araziyi ilk satın alan derneğimizdir. Yani üniversite teşekkül etmeden, bir
şahsiyet kazanmadan, henüz daha üniversite yasası yok iken, biz dernek
olarak başkanımız rahmetli Osman Aktan önderliğinde, kendisi Tapu Sicil
Müdürü’ydü. Bu sebeple arazi işlerini iyi bilen bir insandı. Topladığımız
yardımlarla Görükle’de şu anda kampus olarak bilinen yeri önce biz tespit
etmiştik. Ve orada aşağı yukarı 100 küsür dönüm yer aldık. 140,000 bin TL
topladık ve üniversiteye intikal etti. Üniversite teşekkül ettikten sonra
kendi bütçesinde kamulaştırma yaptı ve kampusu oluşturdu. Sırasıyla bir
taraftan binalar yapıldı, bir taraftan yeni fakülteler açıldı. Bilindiği
gibi Tıp Fakültesi, Eski fakülte binasında, Ziraat Fakültesi ve İktisadi
Bilimler Fakültesi Ziraat Okulunun ek binasında ve Hava Motoru Araçları
Okulu’nun bahçesine kurulan prefabrik barakalarda öğrenim ve öğretim
faaliyetlerini sürdürdü. Binaları daha sonra yapıldı ve fakülteler sırasıyla
Görükle’ye taşındı. Daha sonra çıkarılan kanunla Bursa Üniversitesi’nin adı
Uludağ Üniversitesi olarak değiştirildi. Ziraat Fakültesi’nin kurulması
sırasında Devlet Planlama Teşkilatı Ziraat Fakültelerinin gereğinden fazla
olması sebebiyle Ziraat Fakültesinin kurulmasına karşı çıkıyordu. Zamanın
Rektörü Sayın Nihat Balkır, kendisi ikinci rektördü ve seçimle başa
gelmiştir, hem dostum hem komşumdu. İlişkilerimiz aynı zamanda dernek
münasebetiyle çok yoğundu. Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki bu sorunu nasıl
aşabiliriz diye benden ricada bulunmuştu. Ben de DPT’deki arkadaşlarımla
görüşerek Ziraat Fakültesi ile ilgili kuruluş formalitelerinin amamlanması
için onay almıştım. Üniversitemiz çığ gibi büyüdü ve tam teşekküllü bir hale
geldikten sonra dernek olarak kendimizi fes ettik. Yani bizim gayemiz
üniversitemizin kurulmasını sağlamak ve başlangıçta yaşayabilmesi için
gerekli ortamı hazırlamaktı.
Üniversitenin oluşumunda kurum ve kuruluşların
desteği oldu mu? Halkın yaklaşımı nasıldı? Bunlardan biraz bahseder misiniz?
Biz dernek olarak çevremizden, sivil toplum
örgütlerinden, Bursa Basınından çok yakın destek gördük. Zaten derneğin
kuruluşunda görev alan arkadaşlar olarak biz Baro, Ticaret Odası,
Gazeteciler Cemiyeti gibi o günün önde gelen sivil toplum örgütleriyle
birlikte çalışıyorduk. Yönetimimizde o kurum ve kuruluşlardan temsilciler
vardı. Kamuoyundan da maddi-manevi büyük destek gördük. Halkta büyük bir
heyecan vardı. Bursa biliyorsunuz tarihi engin, sosyal ve ekonomik
potansiyeli yüksek, Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış ve üniversitenin
kuruluş yıllarında büyük bir sanayileşmeye sahne olmuş bir ilimizdir. Ayrıca
turizm, kültür, sanat yönünden çok gelişmiş bir ilimizdir. O yüzden
halkımızda büyük bir heyecan vardı, ilgi vardı. Biliyorsunuz ilk darüşşifa
Bursa’da kurulmuştur. Darüşşifa’yı biz restore ettirdik ve şu anda da Göz
Bankası’nın tedavi merkezi olarak Yıldırım’da faaliyet göstermektedir.
Yüksek öğretimin ilk nüvelerinden biridir. Dolayısıyla beklenti, heyecan ve
destek vardı. Bu çerçevede bize maddi-manevi destek çerçevesinde dönemin
iktidarları, hükümetleri sahip çıktılar. Bursa’da ilk üniversite ile ilgili
çabalar devam ederken İktisadi ve İdari İlimler Akademisi diye MEB
tarafından Bursa’da bir İktisadi Ticari Bilimler Akademisi açıldı.
Kişisel olarak üniversiteye katkılarınızdan bahseder
misiniz?
Tıp Fakültesi’yle ilgili hiç unutmuyorum zamanın
İstanbul Tıp Fakültesi dekanı Cihat Abaoğlu başkanlığındaki heyeti, Bursa
Havaalanında dernek olarak karşıladık ve onları Bursa’ya getirdik ve Çelik
Palas’ta ağarladık. Bursa’daki Sağlık Tesislerini, kamu binalarını
gezdirdik. Araştırma yaptılar ve bu çerçevede İstanbul Üniversitesi’nde
Bursa Tıp fakültesi adı altında kendilerine bağlı bir Tıp Fakültesi
kurdular. O zaman İstanbul Tıp Fakültesi binasında bir odada küçük bir
plaka, Bursa Tıp Fakültesi Dekanlığı diye geçiyordu. Böyle başladı ve
buralara kadar geldik. Tabi gelinen nokta önemli bir noktadır. Şu anda
Bursa’da kurulu bulunan Uludağ Üniversitesi mevcut 63 devlet üniversitesi
içerisinde gelişmekte en pozitif olan üniversitelerden biridir. Tabi
üniversitelerin dünyanın her yerinde kurulması ve gelişmesi 20 yıllık bir
süreci gerektirir. Bursa o 20 yılı artık tamamlamıştır. Ayakları üzerinde
durur bir hale gelmiş noktadadır. Bilindiği gibi Bursa Üniversitesi’nin
içerisinden bir de Balıkesir Üniversitesi çıkmıştır. Balıkesir Üniversitesi
başlangıçta Uludağ Üniversitesi’ne bağlı bir Yüksekokuldur. Sonradan
bağımsız bir Üniversiteye dönüşmüştür ama Bursa’daki görülen gelişmeler
açısından ele alacak olursak Bursa artık dünya standardında her 1 milyon
nüfusa 1 üniversite ölçeğindedir. Şu anda dernek üyelerimiz yani bu işi
fikir olarak ortaya atan, geliştiren ve bugünlere getiren dernek üyeleri
olarak hayatta olanlar zaman zaman bir araya geliyoruz. Üniversitemizin
törenlerine davet oldukça katılıyoruz. İlgimizi, alakamızı üniversitemizden
çekmiş değiliz. Üniversitemizi yakından izliyoruz. Gerekli çabaları
gösteriyoruz. Bugün Uludağ Üniversitesi Bursa halkıyla özdeşleşmiştir. Tabi
ideali olan hiçbir zaman bitmez. Her geçen gün toplumda Bursa çiftçisiyle,
esnafıyla, tüccar ve sanayicisiyle, tüm sivil toplum örgütleriyle daha sıkı
bir işbirliği daha bir yararlı, rasyonel işbirliği yönündeki istekler,
arzular, heyecanlar hep olacaktır. Bunları da yakından izliyoruz.
İlk dönemlere tekrar dönersek öğretim üyesi ihtiyacı
nasıl karşılanıyordu?
Bizim o yönde bir avantajımız vardı. Bir defa Bursa
İstanbul gibi bir şehrin hemen yamacında olan bir şehir. İstanbul
Üniversitesi İstanbul’daki diğer üniversitelerin öğretim üyelerinden
yararlanma olanağına sahiptik. Bursa İstanbul arasında her gün yapılan uçak
seferleri vardı. Deniz seferleri zaten var. Karayoluyla ulaşım var. Yani
İstanbul Üniversitesi’nden öğretim üyeleri gerek Tıp Fakültesi gerekse
Mühendislik Fakültesi, Teknik Üniversitesi’nden yararlandı. Tıp Fakültesi,
İktisat Fakültesinden yararlandı. Daha sonra Ankara Üniversitesi’nden de
öğretim üyeleri açısından yararlanıldı ve giderek 1975 yılından sonra
kadrolar verildi. Bu kadrolar yeni öğretim üyesi yetişmesi için imkan
sağladı. Uludağ Üniversitesi kendi öğretim üyesini yetiştirir, geliştirir
hatta diğer üniversitelere öğretim üyesi verir hale gelmişti. Bilindiği gibi
1995-96 yılları arasında benim Milli Eğitim Bakanı olduğum dönemlerde,
Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi ve İnşaat
Fakültesi kurulmasıyla ilgili bütün kararlar çıkmıştır. Şu anda kadro
beklenmektedir. Bu kadrolar da verildiği takdirde hemen Hukuk Fakültesi,
İnşaat ve Güzel Sanatlar Fakültesi öğrenci alabilecek ve öğrenim
verebilecektir. Biliyorsunuz Mühendislik Fakültesi başlangıçta Mühendislik
Fakültesi’ydi. Daha sonra kendisi bir Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi
haline dönüştü. Dolayısıyla Mimarlık Bölümü de açılmış oldu. Şu anda Uludağ
Üniversitesi Fakülte, Yüksekokul ve Enstitü bakımından, Meslek
Yüksekokulları bakımından İnegöl’de, Yenişehir’de, İznik’te, Karacabey,
Kemalpaşa ve Orhangazi olmak üzere 7 tane meslek yüksekokuluna sahiptir.
Başlangıçta bir takım sıkıntılar tabi ki çekildi ama İstanbul’a yakınlığı
nedeniyle öğretim üyeleri günübirlik geldiler gittiler ya da burada bir gece
konakladılar. Bunlar başlangıçta dernek olarak ağırlandı. Ardından yasa
çıktı ve kendi bütçeleriyle kendi harcamalarıyla geliş gidiş masrafları,
konaklama ücretleri karşılanır hale geldi.
İlk yıllarda, öğrenciler nerelerde kalıyordu,
öğrenci etkinliklerinden de biraz bahseder misiniz?
Öğretim üyeleri kadar, öğrenciler de başlangıçta
önemli sıkıntılar yaşamıştır. Çünkü yurt sorunu önemli bir sorundu. Yurt
yoktu. Fakat sonra kısmen özel yurtlar açıldı. Kısmen öğrenciler kendileri
ev kiraladılar. Daha sonra da gerek şehir merkezinde gerekse kampus alanında
Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü çeşitli büyüklükte öğrencilerimizin
kalabileceği öğrenci yurtlarını inşa ettiler ve öğrencilerimiz kalır hale
geldi.
O dönemdeki üniversitemizin kültürel
etkinliklerinden biraz bahsedebilir misiniz?
Kabul etmek lazım ki başlangıçta kayda değer
kültürel etkinliklerden bahsedemeyiz. Yani doğru dürüst anfisi olmayan,
binası olmayan, öğretim üyelerinin kalabileceği, oturabileceği mekan, oda,
ofisi olmayan üniversitenin ekstradan halka dönük bir takım kültürel
etkinliklere girişebilmesi zordu. Ama Bursa’da üniversiteleşme, Bursa’nın
kültürel hayatına önemli bir katkı sağlamıştır. Üniversite öğretim
üyelerinin birikimi, öğrencilerle birlikte ortaya çıkardıkları potansiyel,
Bursa’nın sosyokültürel hayatını kısa zamanda etkilemiştir. Bursa Basınının
canlı oluşu, Bursa’da bir devlet tiyatrosunun mevcudiyeti, Bursa
Belediyesi’nin bir takım imkanları kısa zamanda örtüştü, kontak kuruldu ve
gelişti. Tabi bugün gelinen nokta çok önemli bir noktadır. Bugün
üniversitemizin kültür binaları, salonları ve konservatuarları, spor
salonları orkestraları, yüzme havuzları yapılmıştır ama bunlar bir süreç
içerisinde gelinen noktadır. Başlangıçta pek tabi büyük bir sıkıntı
yaşanmıştır. Büyük bir mahrumiyet yaşanmıştır. Ama bu mahrumiyete rağmen
istek arzu, heyecan bu yönde çabalar her zaman var olmuştur. Onu şükranla,
minnetle ifade etmeliyim. Herkes büyük katkılarda bulunmuştur. Rektöründen,
dekanlarına, öğrencilerimize, Bursa’nın sivil toplum örgütleri, Bursa’nın
işadamları, basını, herkes bu konuya sahip çıkmıştır.
Üniversitenin Kükürtlü’deki, Kirazyayla’daki Sosyal
tesisleri nasıl oluşmuştur? Biraz bahseder misiniz?
Şöyle, bir defa Bursa Tıp Fakültesi kurulduktan
sonra sahibi İş Bankası olan Uludağ senatoryumu vardı. Orası bir Verem
Tedavi Merkezi’ydi. Senatoryum’un Kirazyayla tesislerini İş Bankası
yönetmiyordu, idare edemiyordu ve İş Bankası burayı üniversitemize
bağışlamak istedi. Ve çok sembolik bir şekilde bağışlanmıştır. Ve
üniversitemiz burayı Göğüs Hatalıkları Tedavisinde kullanılmak üzere
almıştır. Restore etmiştir ve kazandırmıştır. Yine o dönemlerde Kükürtlü
Termal Tesisleri sahipleri tarafından satılıyordu. Bir Arap İşadamı almak
üzereydi. Sonra Uludağ Üniversitesi burayı Bursa Tıp Fakültesi için Termal
Tedavi Merkezi olarak lüzumlu ve yararlı gördü, kamulaştırdı. Sonra bu yer
restore edildi çok köklü bir bakımı yapıldı ve bir taraftan fizik tedavi
merkezi olarak tedavi veriyor, hamam kısmı Osmanlı Hamamı özelliğiyle halka
açık hizmet veriyordu. Kapalı mekanları yine üniversite vakfı tarafından
çalıştırılıyordu. Her türlü sosyal faaliyetler, etkinlikler için, hizmet
veren bir tesis haline getirilmiş durumdadır. Uludağ Üniversitesinin bir
zenginliğidir. Hem doğası hem tarihi özelliği hem Tıbbi açıdan değer ifade
eden bu tarihi tesisler Uludağ Üniversitesine kazandırılmıştır.
Üniversitedeki özerklik ve özgürlük konusundan
bahsedebilir misiniz?
Üniversitelerin konumu, statüsü her zaman tartışma
konusudur. Dünyanın her yerinde tartışılır. Türkiye’de de tartışıldı. Bizim
üniversitelerimiz fazla yaşlı değildi. Çok köklü, çok derin üniversite
hayatına sahip değiliz biz Türkiye olarak. Ama dediğim gibi Darülfünun’dan
İstanbul Üniversitesi’ne dönüş itibariyle ele alacak olursak Cumhuriyet’ten
sonraki gelişmelere temas edebiliriz ve 1933 üniversite reformuyla büyük
önder Atatürk’ün Türkiye’de modern üniversiteleşme hareketi başlamıştır. O
günden bugüne önemli mesafeler alınmıştır. Zaman zaman üniversitelerin
içinde ulunduğu özgürlüklerle ilgili ortam tartışma konusu olmuştur. Zaman
zaman bu konuda ileriye gidişler geriye dönüşler yaşanmıştır. Şu anda da
1983 yılında çıkarılan Yüksek Öğretim Yasasıyla yani YÖK olarak adlandırılan
kısaltılmış adıyla. YÖK’ün başkanlığında üniversitelerimiz bir faaliyet
göstermektedir. Şu anda Üniversitelerimizin önemli ölçüde bir özgürlüğe
sahip olduğunu söyleyebiliriz. İdeal midir değil midir? Bu tartışılabilir.
Bunlar sonradan tartışılıyor ama 1980 öncesi üniversitelerimiz çok talihsiz
olaylar yaşadı. Öğrenci kardeşlerimiz birbirlerini boğazladı, birbirlerine
şiddet kullandılar. Bunların özgürlükle hiçbir alakası olamaz. Özgürlükten
sonsuza kadar yanayız ama bu özgürlükler özgürlükçü ortam içinde irdeleyen,
konuşan, tartışan arayan şeklinde olmalı. Hiçbir zaman uzlaşıdan öteye
gidilmemesi lazım. Tahammül sınırını aşmaması lazım. Herkesin birbirine
saygı göstermesi, fikirlerine ve görüşlerine, ideallerine saygı göstermesi
lazım. Çağdaş yaklaşım, yok etmesini sağlamamalı ve hiçbir kimse silaha,
bıçağa, şuna buna yumruğa, kaba kuvvete başvurmamalıdır. Ben 1980’lerden
önce yaşanan olayları çok üzüntüyle anıyorum. Çok değerler kaybetmiştik.
Sayısız öğrencilerimiz sakat kalmıştır. Okullarından olmuştur. Öğretim
üyeleri ve öğrenciler öldürülmüştür. Ailelerinin ve devletimizin kıt
imkanlarıyla, zor şartlarda okuyan öğrencilerin can ve mal güvenliğinden
mahrum kalmaları can ve mal endişesi içerisinde olması, güvensizlik
içerisinde olması, savunulacak bir şey değildir. O bakımdan özgürlüklere
evet kesinlikle şiddete yıkıcılığa, devlet malına üniversitenin araçlarına,
gereçlerine, binalarını tahrip etmeye kimsenin hakkı olmasa gerektir. O
laboratuarlar bizden sonra gelecek öğrencilerin hak sahibi olduğu onların da
yararlanacağı araçlardır. Devlet, imkanlarını gelecek nesillere daha çağdaş
eğitim sağlamak için kullanmaktadır.
Peki yaşanan anarşi ortamı Uludağ Üniversitesi’nde
de baş göstermiş midir?
Şüphesiz, Uludağ Üniversitesi’nde de bir hayli
olaylar oldu. Ama bilindiği gibi olayların baş mekanları İstanbul
Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi idi. Ama Bursa’ya da sıçradı. Burada da
kamplaşmalar oldu. Üzücü hadiseler oldu. Tabi öğrenci sayımız azdı. Daha
sınırlıydı. Olaylar da İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’ndekiler
gibi geniş çaplı değildi. İşin özü itibariyle benzer olaylardı ve
savunulacak olaylar değildi. Yönetim bu konuda sıkı önlemler aldı. Devlet
güçleri sıkı önlemler aldı ama neticede Uludağ Üniversitesi öğretim üyeleri
ve öğrencileriyle bu acı olaylardan maalesef nasibini aldı.
Bize vakit ayırdığınız ve yararlı bilgiler
verdiğiniz için teşekkür ederiz.
|