Kekil Şimşek (1949- )

Mustafakemalpaşa Kültür ve Sanat Derneği

Mustafakemalpaşa'dan Anılar

Mustafakemalpaşa'da Tiyatro

Bursa'da Tiyatro

Bursa'nın Kültür İnsanları

 


      
Kekil Şimşek Bingöl/ Karlıova’nın Kale Mahallesi’nde doğdu. Ailesi 1. Dünya Savaşı’nda Rusların işgal ettiği Ağrı’dan göç edip Karlıova’nın bu mahallesine yerleşmişti. Kekil’in babası Resul ailede ve çevresinde sevilen biriydi. Kekil babasının tek çocuğuydu ancak annesinin tek çocuğu değildi. Annesi Fikriye Hanım evlenene kadar Türkçe konuşmuş, sonrasında Zazaca ve Kürtçe öğrenmişti.

     Kekil’in doğduğu ev toprak damlı taş bir yapıydı. Karlıova bol kar aldığından ev kışın kar altında kalır, görünmezdi. Kalabalık, iç içe bir yaşamları vardı. Kışın sokakta oyun oynanmazdı. Bazen köyü hareketlendiren bir haber gelirdi: denbejlerin (halk ozanı) yolu köye düşmüş! O vakit herkes pürdikkat dengbejleri dinlerdi. Onların öyküleri Kekil’in sanata yönelmesinin kaynağını oluşturdu. Hikaye anlatmak, türkü söylemek çok hoşuna gidiyordu. Dengbejlerin bir etkisi de Kekil’in merak duygusunu güçlendirmeleriydi. Karlıova’nın dışını merak etmeye başlamıştı.

     Kekil’in doğduğu köy otuz dört haneydi. Sünni ve Aleviler birlikte yaşardı. Kışın evlerin üzerindeki karın temizlenmesi gerektiğinde alevi sünni demeden tüm komşular işbirliği yapardı.

     Kekil’in okula gitme yaşı geldiğinde babası ve annesi arasında bir gerilim yaşandı. Babası din ağırlıklı bir eğitim almasını ister ancak annesi, kendi ailesinde gördüğü üzere, çocuğun ilkokula gitmesinde ısrarcı olur. Köyde ilkokul yoktur ama annesi ısrarcı olur. Kışın okula gidiş geliş sorunluydu. Karlıova’ya iki metre kar yağardı. Kekil ve arkadaşları yolu kaybetmemek için geçtikleri yere ağaç parçaları bırakıyorlardı. Tipi olduğunda gidiş zordu ama karlar buz olduğunda batmadan gidebiliyorlardı. Okul Kekil için çekiciydi. Öncelikle orada helva dağıtıyorlardı. Bu helva annesinin yaptığı un helvasından farklıydı. Helva dışında öğlenleri portakal, üzüm, fındık dağıtılırdı. Öğrencilere verilen bu helvanın Marshall Yardımıyla Türkiye’ye aktarılan süt tozlarından yapılmış olma olasılığı yüksektir. Müdür Gürdal Özgürdal, Kekil’in hayatına etki etmiş, iz bırakmış bir öğretmendi. Kekil’le birlikte birçok kişinin okumasının yolunu açan, esinleyen, onları yönlendiren, Kekil’i öğretmen okulu sınavına girmesi için teşvik eden biriydi. Kekil Türkçeyi okulda öğrendi. Türkçe öğrenmek öğrenim hayatını sürdürmek için elzemdi. Bu yüzden öğretmenler Kekil ve diğerlerine “köyde Kürtçe konuşmayın” diyordu. Ama köyde herkes Kürtçe konuştuğu için doğal olarak çocuklar da Kürtçe konuşuyordu.

     Kekil tiyatroyla ilkokulda tanıştı. Atak Ali adlı piyeste rol aldı. Oynadığı, pek de sevilmeyen Yunan askeri rolüydü bu ilk sahne denemesinde tiyatronun iksirini içmiş oldu. İlkokul son sınıfta Alparslan ve Diyojen adlı oyunda ufak bir rol aldı. Kekil’in halk hikayelerini yüksek sesle okuması, piyeslerde rol alması genç yaşta ona sanatın güzellik duyumunu hissettirdi.

     O dönemde Karlıova’da ortaokul ya da lise yoktu. Gürdal Öğretmen Kekil ve arkadaşı Müslüm Yulaf’ı Erzurum öğretmen okuluna yönlendirdi. Öğretmen okulu yatılıydı ve çocuğunu başka bir kente gönderecek aileler için büyük rahatlıktı. Gürdal Öğretmen Kekil’in köyde kalıp çiftçi olmasındansa öğretmen olması için diretti. Bu karar ailesinde yine tartışma yarattı. Annesi öğretmen okuluna gitmesini istiyordu. Annesinin ailesi Erzurum’daydı ve orayı biliyorlardı. Babası ise oğlunun imam olmasını istiyordu. Sınav zamanı geldiğinde müdürleri Kekil’i tarladan alıp sınava götürdü. Bu onun hayatında önemli bir dönümdü.

     Kekil ve Müslüm öğretmen okulunu kazandılar. Okula başlamak için Erzurum’a geldiklerinde Kekil kentin elektrik ışıklarından etkilendi. Orada akrabalarında kalacaktı. Okulu eski Pulur Köy Enstitüsü’ydü. Enstitüler kapatılınca adı Yavuz Selim İlköğretmen Okulu olmuştu. Geniş arazisi, tarlası, tavlası (hayvanları) vardı. Ancak Kekil için annesinden ayrılmak zor olmuştu. Okumayıp köyüne dönmeyi kuruyordu kafasında. Derslerine çalışmayıp sınıfta kaldı. Bunun köye dönmesine yeteceğini düşünmüştü. Ancak babası durumu araştırdığında üst üste iki sene kalanların okuldan atıldığını öğrendi. İkinci sene tembel tavrı sürüyordu. Bir gün arkadaşı Müslüm ona “sen sınıfta kaldın, bizim (ikinci) sınıfa gelme” demesi Kekil’i derinden sarstı. Hırslandı. Çizgi roman okumayı bırakıp derslerine çalıştı ve bir daha sınıfta kalmadan okulu bitirdi.

     Erzurum’da Atlas Kırtasiye diye bilinen bir kitapçı vardı. Kekil kente gelişinin ikinci yılından itibaren buraya gitmeyi alışkanlık haline getirdi. Uğrayıp kitaplara bakar, karıştırır, beğendiği dergileri alırdı. O yıllarda Varlık yayınlarının cep kitapları meşhurdu. Bir yandan da Türkçe öğretmenleri Sait Çıltaş’ın ne okuduğunu takip ederdi çünkü bu öğretmene öğrenciler çok saygı duyardı. Bir süre sonra Sait Öğretmen ‘komunist’ diye başka bir okula sürüldü. 1960’ların ortalarından sonra komünizm lafı çok duyulmaya başlanmıştı. Kekil de bu lafı bu sürgün olayı ile öğrendi. Okulda fısıldaşmalar, öğrenciler arasında gruplaşmalar başlamıştı. Okulun son yılında Atlas Kırtasiye’de Mahmut Makal’ın Yer Altında Bir Anadolu kitabıyla karşılaştı. Daha önce okuduğu hiçbir kitap onu bu denli sarsmamıştı. Kar altında kalan evleri, köy kültürünü anlatan bu kitapta Kekil kendini bulmuştu. Gerek Sait Öğretmeni gerekse Makal’ın kitapları, onu o sıralar yükselişte olan sol gençlik hareketlerine ilgi duymaya yöneltti. Arkadaş çevresi de bu türden bir eğilim gösteriyordu. Daha çok kitap okumaya, düşünmeye başlamıştı.

     Öğretmen okulunu bitiren herkes öğretmen olarak atanırdı. Atanacakları yeri seçme hakları vardı çünkü okul müdürü Mustafa Uçkan’ın abisi Milli Eğitim Bakanlığında müsteşardı. Onun sayesinde mezun olanlar istedikleri yere tayin oluyorlardı. Kekil ve yakın arkadaşı Davut Bursa’yı seçtiler. Sınıfından Nurullah ve Ali de Bursa’yı seçmişlerdi.

     Birlikte Bursa’ya geldiler. Genç öğretmenler şehre hayan kaldılar. O zamanlar Milli Eğitim müdürlüğü Setbaşı’ndaydı. Oraya gidince depo tayini olduklarını öğrendiler. Hangi okulda görev yapacakları belli değildi. Ancak genç öğretmenler gelir gelmez maaş almaya başlayacaklarını düşünmüşlerdi. Yanlarına fazla para almamışlardı. Kalmayı sürdürdüler ancak paraları bitti. Yardım istemek için İlköğretim müdürüne gidip durumu anlattılar:  “kaç öğrenci okuttunuz da para istiyorsunuz, tedbirli gelseydiniz” denildi. Ellerinde kalan parayla ancak Ankara’ya dönebilirlerdi. Eylüle kadar Bursa’da durmanın anlamı yoktu. Kekil Ankara’daki akrabası Hayriye Teyze’den yardım istemeye karar verdi. Güç bela gidip teyzesini buldu ve Bingöl’e dönmesi için bilet parası alabildi ondan.

     Eylül olduğunda Kekil dört arkadaşıyla Bursa’ya geldi, Kapalıçarşı’nın hemen altındaki Güven Oteli’ne yerleşti. Hem yanlarına para almışlardı hem de kendilerine üç maaş ödenmişti. Kura günü dördüne de Orhaneli’nin köyleri çıktı. Sevindiler: yakın olacaklar, dayanışacaklardı. Orhaneli’ne vardıkları gün oranın panayırı kuruluydu. Kasabanın tek otelinde yer bulamayınca Sivaslı bir madenci onlara evini açtı. Sabah İlköğretim Müdürlüğüne gittiler. İsmail Müdür sözü uzatmadan, “göreve başlayacaksınız ama gidip önce TÖS’e kaydınızı yaptırın” dedi. 1961 Anayasası öğretmenlere örgütlenme hakkı tanımış, böylece Türkiye Öğretmenler Sendikası kurulabilmişti. Genç öğretmenler sevinçle gidip TÖS’e yazıldılar.

     İlk tayin yeri Orhaneli’nin Yenice köyüydü. Köylülerle arası gün geçtikçe iyileşiyordu. Gerçi köylülerin öğretmene karşı çekingen davrandıkları, pek güvenmediklerine yönelik izlenimler edinmişti. Bunun nedenini daha sonra anladı. 27 Mayıstan sonra muhtarların görevleri öğretmenlere verilmişti. Öğretmenler de Demokrat Parti’yi suçlayıp aşağılamışlar, köylüyü DP’den soğutmaya çalışmışlardı. Oysa köylülerin birçoğu DP’liydi.

     1969’da anne ve babası da yanına gelmiş, hep birlikte köylülerden birine ait bir eve yerleşmişlerdi. O sırada Büyükorhan’da posta müdürü olan Mehmet Altan’ın, Kekil’in ev sahipleriyle ilişkileri vardı. Sıkça ziyaretlerine geliyordu. Birlikte hayvancılık yapıyorlardı. Bu gelip gitmeler sırasında Kekil’in annesi, Mehmet Altan’ın kızı Şaziye’yi görüyor, beğeniyordu. Aralarında bir dostluk kurulmuştu. Köy öğretmeni bekarsa köy kızları onu damat adayı olarak görürler. Dedikodulardan çekinen Resul Bey oğlu Kekil’in evlendirilmesi işini öncelemeye başladı. Şaziye ile evlenmesini Kekil ile konuştu. Onun da istemesiyle evlilik gerçekleşti.

     Büyükorhan ilçe merkezinde Babit adında bir adam vardı. Mağazasında her şey bulunur, köylüleri ihtiyaç duydukları her şeyi onlara borç larak verirdi. Düğünler için altın bile verirdi. Harman zamanı gelince de köylüler borçlarını faiziyle geri öderdi. Babit daha doğmamış kuzuyu, ekilmemiş ekini satın alıyor, ardından faiziyle köylüyü sömürüyordu. Kekil ve arkadaşları bir araya gelip bu duruma bir çözüm bulmak gerektiğini düşündüler. Adırnaz ve Çevre Köyleri Kalkındırma Derneği’nni kurdular. Tüzüğünü yazıp kaymakama götürdüler. Dernek sayesinde kooperatif kurup köylünün üretimini hakkıyla değerlendirip kazancın yine köylüye döndürülmesini amaçladıklarını söylediler. Kaymakam konuyu düşünüp, “bu tüzük bir gün başınızı belaya sokar” dedi ama işleme alacağını bildirdi. Babit gelişmeyi duymuştu. Bir yakını aracılığıyla Kekil ve arkadaşlarına bu işlerin başlarına bela açacağı, uğraşmamaları gerektiğini duyurdu. Nitekim Kekil ve arkadaşları bu girişim yüzünden Orhaneli Jandarma Komutanlığına götürüldü. Kekil’in evinde arama yapıldı, kitapları toplandı. Köylüler 27 mayıstan sonra öğretmenlere ve askara güvenmiyordu. Şimdiyse köylüler askerin yanında yer almış öğretmeni anarşist olarak görüp dışlamışlardı. İklim değişiyordu.

     1971 Muhtırasından önce Kekil baba oldu. Oğlu Olgun’un doğumundan yedi ay sonra askere gitti. Askerlerin yaka paça tutup sanık olarak mahkemeye çıkardıkları bir öğretmen olarak şimdi orduya katılıyordu, kafası karışıktı. Edremit’te Ali Okulu denilen okuma-yazma okulunda görevlendirildi. Ev tuttu, ailesini yanına aldı. Oğlundan yaklaşık bir sene sonra kızı Nilgün doğdu. Askerliği bitince Afyon’un Dinar ilçesi, Alpaslan köyüne tayini çıktı. Bir köylünün evinin bir odasını kiraladı, ailesiyle oraya yerleşti. Kekil bu köyde bir kütüphane kurmaya çalıştı ancak yerleşik inanışları aşamadı. Ancak köydeki Almancılardan katılım payı toplayıp başvuru yaparak bir yıl sonra köyün elektriğe kavuşmasını sağlayabildi. Benzer şekilde köylüye önderlik edip, Konya’ya gidip DSİ yetkilileriyle görüşerek köyün su sorununu da çözdü.

     1979’da Ecevit hükümetinin istifa edip AP hükümetinin kurulmasından sonra TÖBDER’li öğretmenler hakkında soruşturmalar başlatıldı. Birçok öğretmen sürgüne gönderildi. Kekil 1980 yazında Karlıova’da oğlu Olgun’a sünnet yaptırmıştı. Yaz tatili bitip Orhaneli’ye döndüğünde Çorum’a sürgün edildiğini öğrendi. O sırada 12 Eylül oldu ve tüm işlemler durduruldu. Hayat zorlaşmıştı. Tek maaşla geçinmenin güçlüğünü aşmak için 1982’de bir kahvehane açtı. Burası okumuş yazmış insanların söyleşebilecekleri bir yer olmuştu. Okur yazar kişilerin kolaylıkla komünist olarak nitelendirilip şeytanlaştırıldığı bir dönemdi. Nitekim kısa süre sonra bir müfettiş kahveye gelip araştırma yaptı. Raporu doğrultusunda Kekil Mustafakemalpaşa’nın Çeltikçi köyüne 1984’te sürgün edildi.

     Yeni durum düzenini oldukça sarstı. Yeni köyünde kalacak yer bulamadı, ailesini yanına alamadı. Oğlu Olgun’u Arifiye Öğretmen Okulu’na yatılı vermek zorunda kaldı ki bunun yarattığı çöküntüyü uzun süre atamadı. Çünkü kendisi de yatılı okumuştu ve hiç sevmiyordu yatılı okulları. Okuldaki en kötü sınıf Kekil’e verildi. Velileri toplayıp sınıfın fiziki durumunu iyileştirdi. O dönemde sürgün gelen öğretmenlere iyi bakılmıyordu. Ancak Kekil kısa sürede köylülerle kaynaştı. Geçmişteki birikimi onun insanlarla kaynaşmasına yardım etmişti. Her zaman bir yol bulunurdu. Daha önce yapmıştı, yine yapabilirdi.

     Ailesi üçe bölünmüştü: oğlu yatılı okuldaydı. Kızı ve eşi Orhaneli’deydi. İki yıl sonra Kestelek köyüne tayin edildi. Burada Etibank’ın bor tesisi vardı. O yüzden ilçe merkezine ulaşım kolaydı. Kekil Mustafakemalpaşa’da ev tuttu. Bu sırada Olgun’a yatılı okulda öğretmenleri “Sızıntı dergisi satacaksın” diye baskı yapıyor, Olgun da bunu reddediyordu. Oğlunun okuldan soğuduğunu gören Kekil onu Mustafakemalpaşa’da liseye yazdırdı. Böylece ailesini bir araya toplayabildi. Bu dönemde kendisi gibi 12 Eylül mağduru olan Eşref Yılmaz ile tanıştı. Eşref kasabada fotoğrafçılık yapmaktaydı. Ara sıra onun dükkanına gidip gelmeye başladı. Dostlukları derinleşti ve yıllarca sürdü.

     1974’ten sonra yaz tatillerinde de çalışmak zorundaydı. Yaz tatilinde yaptığı ilk iş Mudanya’daki Köksal Motel’in lokantasında kasiyerlikti. Köksal Motel Bursa’ya gelen sanatçıların, zenginlerin konakladığı bir yerdi. Ertesi yıl Osmaniye’de elektrik şantiyesinde çalıştı. Yenice köyünden tanıdığı Necati Ferik burada bir şantiye kurmuştu. 1978’de Alpaslan köyüne su getirilmesi için kurulan şantiyede, 1981’de Orhaneli Kömür İşletmesi lojman inşaatında çalıştı. Bir yaz dağda odun kesti. İki yaz boyunca benzin istasyonunda kasiyerlik yaptı. Ertesi sene kahvehanecilik yapmaya başladı. Kekil kendini bildi bileli çalışıyordu. Ancak ilkokuldan beri yüreğinin bir yerinde sanata, kültüre arzusu dinmemişti. Okuyordu, ara sıra tiyatro ve başka etkinliklere gidiyordu ancak bunlar yetmiyordu. 1989’da Mustafakemalpaşa Atatürk İlkokulu’na tayin oldu. Asaba kültür ortamı açısından daha canlıydı. Yakın dostu Eşref ile daha çok zaman geçiriyor, sanata ilgisi artıyordu. Okulda öğrencilerle tiyatro çalışmaya başladı. Oyunlarını halka açık temsillerde oynadılar. Kekil yavaş yavaş kendi yatağını bulduğunu hissediyor, en çok tiyatroya yatkın olduğunu seziyordu. Ne var ki durgun toplumların değişimi zordur. Bir gün bir öğretmen oyunlardan birine bir müfettişi davet eder. Müfettiş okunan bir şiirin Turgut Özal’ı eleştiren bir içerikte olduğunu not eder, soruşturma açılır. Bir başka oyunda şivesi bozuk oyunculardan birine türkü söyletildiği için “Kürtçe türkü söylettiler” şikayeti yapılır. Kekil bu deneyimlerden her etkinliği kaydetmek gerekliliğini anlamıştı. Şikayet durumunda çekilen videolar müfettişlere gösterilip soruşturma kapatılabiliyordu.

     1994’te kızı Nilgün, ertesi yıl oğlu Olgun evlendi. Baba olarak görevini yapmıştı, artık kendi yatağında akabilirdi. 15 Aralık 1995’te emekli oldu.

     Emekli olunca sendika üyeliği düşmüştü. Ancak sendikayla ilişkisi sürüyordu. Eşref Yılmaz ve Hamza Oğuzer ile sendika bünyesinde tiyatro topluluğu kurmayı  tartıştılar. Eğitimsen yönetimi bunu kabul edince topluluk kuruldu. İlk oyunları Yılmaz Erdoğan’ın Kadınlık Bizde Kalsın oyunuydu. Kekil ekipteki en deneyimli kişiydi, yönetmenliği üstlendi. 15 Ocak 1996’da Beldeşan Sinemasındaki ilk temsile oyunun yazarı Yılmaz Erdoğan, Erkan Can, Ali Sürmeli, Demet Akbağ ve Olgun Şimşek çiçek göndermişti. Çiçekler sahnenin iki yanına kondu. Zira o günlerde bu sanatçılar ülkede çok ünlüydü. Bu yerleştirme halk üzerinde büyük etki yaptı. Oyun bir çok defa oynandığı gibi çevre kasabalarda turneye gitmeye de başladı. Turneye gitmek zor işti. Ancak İncilipınar muhtarı Hüseyin minibüsüyle ekibi turneye getirip götürmekte çok istekliydi.

     Yeğenlerinin davetiyle Almanya’ya gitti, oradaki kentleri gezip gözlemler yaptı. Dönüşünde bir sanat derneği kurmak için girişimde bulundu. Çevresindekiler ona heves vermediler, belediyeden yardım alma gerekliliğine vurgu yaptılar. Oysa Kekil’in kafasındaki tam da buydu, yani sanat yapabilmek için sırtını bir yere dayamayan, özgür bir kurum kurulmalıydı. Kekil kararını vermişti. Daha önce bir çok kez olmaz denilen şeyi yapmıştı, şimdi de yapabilirdi. Emekli hakim Şekip Demircan’ın bürosunu kullanarak toplantı yaptılar ve kurucular kurulu oluştu. Tüzük yazıldı. Kurucu üyeler Kekil Şimşek, Hülya Aksu, Halil Değer, Aysel Pınar, Yücel Kaydı, Hanife Yılmaz ve Muhterem Gümüş olmuştu. Derneğin kurulması için para lazımdı. Dernek yasal olarak kurulmadan önce Türk Halk Müziği topluluğu kuruldu. Atatürk İlkokulu öğretmenevine çevrilmişti ve bir odası uygundu. Gerekli izinler alındı. Türküler kayda alındı, sonra kaset olarak çoğaltıldı. Bu kasedin satışıyla dernek için gereken para toplanmış oldu. Şimdi de derneğe yer sorunu vardı önlerinde. Şekip Demircan yine devreye girdi ve yirmi yıl derneğin merkezi olacak olan ofisi dernek adına sahibinden kiraladı.Böylece 12 Nisan 1997’de dernek resmen kuruldu. Kuruluşun ardından Halk Müziği topluluğu Beldeşan sinemasında derneğin açılış konserini verdi. Konserden sonraki ilk etkinlik resim sergisi olacaktı. Dostu Eşref Yılmaz’ın fotoğrafları, Aysel Pınar’ın resimleri sergilenecekti. Ancak buna uygun yer yoktu. Sonunda Gürvardar’lara ait bin inşaatın zemin katını kiralayabildiler. Kasaba halkı bu tür etkinliklere uzak olduğu için bu çabayı anlamıyor, içten içe kuşkulanıyordu. Bu yüzden yer kiralama işinin iktisadi ve fiziki zorluğundan daha çok güven sorununu aşmakta zorlanıyorlardı.

     Tam bu sırada vereme yakalandı. Hastalık bulaşıcıydı. Çocukluğundan beri kurduğu hayalin tam ucundan yakalamış, neredeyse ona ulaşmıştı. Hastalığın buna engel olmasına izin vermeyecekti. Ne var ki tedavinin etkileri ağırdı, ilaçların etkisiyle kendine gelemiyordu. Derneğin 1. Olağan Kongresine bu yüzden gidemedi.

     O dönemde Artvinli bir ailenin çocuğu olan Hülya Aksu etkinliklerin organizasyonundan duyurulmasına kadar çok önemli katkılar sağladı. Kasabada kurulu Dost FM’de DJ’lik yapıyordu. Programlarında dernekten söz ediyor, kasabalının zihninde derneğin imajını güçlendiriyordu. O sırada yeni bir oyun arayışı içindeydiler. Hülya, amcasının oyun yazdığını, kendileri için de bir oyun yazabileceğini söyledi. Amcası Şener Aksu da teklifi kabul etti. Şener’in çocukluğu Mustafakemalpaşa’da geçmişti. Kısa zamanda oyunu yazıp gönderdi. Belediye bürokratlarının yarattığı zorluk aşıldı, Beldeşan sineması oyun için hazırlandı. Halk bu oyunu çok sevdi. Böylece dernek kasabaya kök salmaya başladı. Derneğin çağrısı üzerine Ferhan Şensoy, Rutkay Aziz, Genco Erkal, Y alçın Menteş gibi ünlü sanatçılar gelip Mustafakemalpaşa’da oyun sergiliyordu. Ancak Beldeşan sineması teknik açıdan çok yetersizdi. Kulisi, tuvaleti yoktu. Rutkay Aziz’in durumu belediye başkanına anlatması ve ikna etmesi üzerine başkan gerekli alt yapıyı yaptırdı. Kekil önderliğindeki bu etkinlikler kasabayı dönüştürmüştü. Bir tiyatro disiplini oluşmuştu, halk tiyatrodan hoşlanıyordu. Önceleri davetiye almaktan çekinin insanlar ne zaman yeni oyun geleceğini sorar olmuşlardı.

     Kekil halk müziğinin etkisinin dernek kurulmadan önce yaptıklarında görmüştü. Halkın müziğini halka taşımak, halkla bağları güçlendiriyordu. Bu yüzden kasabalılardan oluşan korolarla konserlere önem verildi. Her şeyi kendisi yapamazdı, gönüllülere ihtiyacı vardı. Kemal Kamalı bunlardan biriydi. Önemli bir şefti ve dernekte gönüllü olarak bağlama kursu veriyordu. Veli Koç konser organizasyonlarını üstlendi. Yıkılmadan önce Beldeşan sineması belediye tarafından Barış Çokan Kültür Merkezine dönüştürülmüştü. Fotoğraf ve resim sergileri için geçici olarak salon ihtiyacı böylece karşılanmış oluyordu. Yağlı boya, ağaç kakma, ağaç yontu, karikatür sergileri sırayla açıldı. Özellikle siyah beyaz Mustafakemalpaşa fotoğrafları sergisi, derneğin kasabadaki etkisini derinleştirdi. Kekil, Şener Aksu ile yaptığı söyleşilerden esinlenerek kasabaya yazarları davet etmek, imza günleri düzenlemek istedi. Böylece kasabadaki edebiyatsever genç kitle harekete geçirilebilecekti. İlk olarak Kemal Özer davet edildi. Ancak imza günü halktan beklenen ilgi bulunamadı. Daha sonra Osman Şahin, Cemil Kavukçu, Afşar Timuçin ve Muzaffer İzgü için imza günleri yapıldı. Kekil yetişkinlerden beklenen ilgiyi göremeyince gençlere ağırlık verdi. Çocuk yazarlarıyla okullarda imza günü düzenlemeye başladı. Nadide Utku ile tanışınca bu süreç farklı bir boyut aldı. Kırsaldaki öğrencileri yazarla buluşturmak için kafasında plan yaptı. Belediyelerle işbirliği yaparak Nadide Utku’nun çok sayıda okulda öğrencilerle buluşmasını sağladı. Bu projeyi daha sonar Nilüfer Belediyesiyle de yaptı.

     Kekil öğretmen okulu yıllarında aldığı fotoğraf makinasıyla, gelip geçen hayatın nasıl kalıcı anlara dönüştürüldüğünü görmüştü. Bu yüzden arşivciliği gelişmiş, yaptığı her şeyi kaydetmeye, üretimlerini toplamaya başlamıştı. Dernek kurulur kurulmaz da kitap yayımlamaya heves etmişti. Hamza Oğuzer’i teşvik etti, o da sabırla, özveriyle araştırmalar yaptı; İsmail Hakkı Şenpamukçu ve Mustafakemalpaşa kitabını bitirdi. Bu ilk yayın bir anlamda vefa borcuydu. Çünkü Şenpamukçu, Mustafakemalpaşa’da ilk kitapları yayınlayan, kasabanın kültürel gelişimine öncülük etmiş, saygın biriydi. Uzun yıllardan sonra kasabada basılan bu kitap çok ilgi gördü. Şener Aksu ile başka bir sohbette Mustafakemalpaşa için bir sempozyum yapmanın yararlı olacağına karar verildi. Belediye ile ortak yapılacak, üç gün sürecek bir sempozyum üniversitelerin kasabanın tarih ve kültürüyle ilgili araştırma yapmasını teşvik edecekti. Önce çok olumlu bulunan proje sonradan “içinde Mustafakemalpaşalıların az olması” gerekçesiyle kabul edilmedi. Kekil benzer zorluklarla daha önce de karşılaşmıştı. Sempozyumu bir gün sürecek şekilde yeniden organize ettiler ve Afşar Timuçin, Nazım Gürak, Nejat Gacar, Mustafa Kemal Soylu gibi akademisyenlerin katılımıyla gerçekleştirdiler. Sunulan bildiriler aynı yıl kitap oldu. Sonrasında yerel yazarın yerel konulardaki kitaplarının arttırılması düşünüldü. Kasabada doğup büyümüş bir karikatürist olan İbrahim Ersaraç’ın Mustafakemalpaşa ve Mizah Esintileri kitabı basıldı. Kekil Çeltikçi köyünde iki yıl bir değirmenin odasında kalmıştı. Değirmenin sahibi olan Fahri Görgülü emniyet genel müdürlüğü ve valilik yapmış, birikimli bir kişilikti. Onun daha önce basılmış olan Yunan İşgalinde Mustafakemalpaşa kitabının yeni baskısı yapıldı. Daha önce kasabada öğretmenlik yapmış Şemi Basmacıoğlu’nun elli yıl önce yayımlanan Mustafakemalpaşa Kılavuzu kitabını da yayımladı. Ardından İbrahim Ersaraç’ın ikinci kitabı Kasabada Çizgili Anılar geldi. Bir yandan da çıkardıkları Patikalar dergisinde Mustafakemalpaşa köyleri tek tek inceleniyordu. Bu yazılar Mustafakemalpaşa Belde ve Köylerinde Yaşam adıyla iki cilt halinde kitaplaştırıldı. Bunu Şener Aksu’nun şiir kitabı Ay Sandalı izledi. Kekil kasabalı olmamasına karşın Mustafakemalpaşa’da Tiyatro adında bir çalışma yapmış olan Uğur Ozan Özen’e tanıştı. Tiyatroya yürekten bağlı olan Kekil bu kitabı da bastırdı. Sonra Nadide Utku’nun çocuk masalları basıldı.

     Şener Aksu ile başka bir sohbette dergi çıkarma fikri ortaya atıldı. Şener’in dışarıda edebiyat ve kültür çevresi genişti, dergiye ürün göndermelerini sağlayabilirdi. Basım işi halledilirse derginin çıkması pek ala gerçekleşebilirdi. Kekil matbaası olan Mehmet Bursalı ile görüştü. Mehmet Bey tam destek vereceğini bildirdi. Aysel Sevinç de grafikerliği üstlenince Kekel çok rahatladı. Derneğin 10. Yılında, 2007’de Patikalar dergisinin ilk sayısı çıktı. Derginin ilgi çekmesi için yerel konuları işlemesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden her sayıda bir köyün tanıtılmasına başlandı. Ama köy araştırması yorucu bir işti. Bu konuda Kekil’e Hülya Aksu, Rasim Balaman, Arif Ödemiş, Erkan Çetin, Necati Gülmez, Kemal Şentürk ve Seyit Ali Geçici yardım ettiler. Köylere gidildi, araştırıldı, fotoğraf çekildi. Kısa zamanda derginin yerel yazar ve şairleri ortaya çıktı Arif Ödemiş portre yazılarıyla öne çıktı. Necati Gülmez, İsa Oruç, Ferda Özen, Hatice Şirin Uyanık, Mehmet Şahin şiirleriyle göründüler. Öğrencilerin güzel çalışmalarına da yer veriliyor, dergi okullara giriyordu. Patikalar dergisi yüz sayıyı aştı. Her ay çıkan ender yerel dergilerden oldu. Bu birikimin bir dönüşüm gerektirdiği açıktı. Kekil kültür yolculuğuna Pelit Yayınları’nı kurarak devam etmek istedi. 2016’da bu gerçekleşti. Öncelikli amacı çocukları nitelikli kitaplarla buluşturmaktı.

     Bunca yaptıklarına rağmen bir sürü de yapamadığı şey vardır Kekil’in. Bunların başında köylerde yahut köylerin katkısıyla kasabada bir müze kurmak vardı. Ayrıca Şener Aksu ile dernekte yazın atölyesi başlatmış ancak bu atölye ilgi görmemiş ve kapanmıştı. Oysa Kekil kendine ait bir kültür merkezi kurmayı çok istiyordu.

     Kekil Şimşek öğretmenliğinin son durağı olan Mustafakemalpaşa’da kültürel dönüşümün öncüsü oldu. Bu dönüşüm küreselleşmenin yerelliği kasıp kavurduğu bir döneme denk düştü. İnternet yoluyla kasaba dünyaya taşındı, dünya da kasabaya. Kapalı kasaba pazarının sınırları silikleşti, internet üzerinden satın alınan eşyalar kasabaya ulaşmaya başladı. Herkes telefonundan dünyaya bağlandığı için kasabalının ortak davranışı, ortak değeri kalmadı. Bütün kültür insanları gibi Kekil Şimşek de Sisifos gibi yükünü sırtına alıp tepeye taşıyacak, sonra yeni baştan başlayacak ancak sonunda tamamlanma duygusu yaşayamayacaktı. Kekil boğuntuya karşı başkaldırıyı seçti. Sonucunu değil ne yapıyor olduğunu önemsedi. Kültürel etkinliklerin, sanatın insanı nasıl dönüştürdüğünü deneyimlemişti. Kendisinin Karlıova’nın kapalı toplumundan nasıl çıktığını, dönüştüğünü biliyordu. Bu nedenle sanatın kasaba toplumlarını dönüştüreceğine inanmıştı. Emek harcamak, dayanışma içine girmek yeterli olacaktı. Çabalarının karşılığı sonraları ortaya çıktı. Kasabada pek çok şair, ressam, müzisyen, fotoğrafçı, tiyatrocu ortaya çıktı.

Şener Aksu'nun Bir Kültür İnsanının Öyküsü: Kekil Şimşek, adlı kitabından (Pelit Yayınları, 2017) özetlenmiştir.

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 10/10/23