Şebip Karamullaoğlu (1922-1989)
	Polis Okulundan mezun olduktan sonra Ankara 
	Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Hukuk Fakültesini bitirdi.
	1953-1955; 1957-1960 arasında iki kez Bursa 
	emniyet müdürlüğü görevinde bulundu. 1960'dan sonra CHP'ye üye oldu, bu 
	partinin il başkanlığını yaptı. 1975'de Bursa senatörü seçildi, beş yıl bu 
	görevini sürdürdü. 1980'den sonra Bursa'da serbest avukat olarak çalıştı.
	
	Anılarını Yılmaz Akkılıç'ın aktarmasıyla dinleyelim:
	"Bursa'ya emniyet müdürü olarak ilk atandığım sene 
	(1953) kentin, tahminimce 140 bin dolayında nüfusu vardı. Şehir eski 
	karakterini hemen hemen tamamıyla muhafaza ediyordu, yeni yapılan pek bir 
	şey 
	yoktu. Bildiğimiz bir Reşit Mümtaz Paşa'nın açtığı eski Yalova yolu, bir de 
	Ahmet Vefik Paşa'nın yaptığı çalışmalar vardı. Özellikle Bulgaristan'dan 
	gelen göçmenleri yerleştirmiş, 93 Harbinden sıkıntı duyarak gelenler(1). 
	Bir de Haşim Bey'in yaptırdığı işler var(2). Göreve ilk 
	başladığımda vali Cihat Ortaç vardı. Ondan önce de Hilmi İncesulu varmış. 
	Bursa o zamanlar da büyük bir kentti ancak mütecanis (türdeş, homojen) 
	değildi. Eski imparatorluk döneminde gelen göçmenler, ki onlara göçmen 
	dememek lazım, devletin o zamanki sınırları içinden kalkıp gelmişler, onlar 
	vardı. Ayrıca Kafkas kökenliler ve Artvin çevresindekiler büyük kitleler 
	halinde gelip Bursa'ya yerleşmişler. Bursalılar bu grupların içinde zamanla 
	erimişler. O zaman da, bugün de, Bursa'da iki üç kuşaktan beri Bursalı 
	olanlar sanırım beş bin haneyi geçmez. Örneğin Mumcuzade'ler, yani 
	Odman'lar, Burdurludurlar. Bunu şunun için söylüyorum, yanlış anlaşılmasın, 
	Bursa'da şehre sahip çıkmak için gerekli olan hemşehrilik hukuku ve bilinci 
	tam yerleşmemiştir. Hepimiz içinde olmak üzere, iki göbek ötesinin mezarı 
	yok yani." 
	                        
	
 Şebib 
	Karamullaoğlu
	 
	Şebip Bey Bursa'nın fethedildiği döneme derinlemesine 
	uzanan tarihçi bakışıyla Bursa'nın sosyal yapısını analiz ediyor: "Nitekim 
	çok eskiden Sivaslı bir grup gelmiş, Sivasiler mahallesini kurmuş. Bursa'nın 
	fethinde Kayserililer, Darendeliler var, kuşatmaya katılmışlar. Acaba 
	Kayserililerin gelmesi sırasında Ermeni nüfus da var mıdır? Burada bir  
	Ermeni patriği, bir Ermeni kilisesi olayı var. İlk defa bağımsız bir Ermeni 
	kilisesi burada kuruluyor, sonra buradan İstanbul'a naklediliyor. Bursa'nın 
	fethi sırasında Kayserililer getirilmiş ama o tarafta biliyorsunuz Ermeniler 
	çoktu."....... 
	"Ben Bursa'ya geldiğimde yeni suçlar yok henüz. Belli 
	klasik suçlar var. Esrar var örneğin, çok önemli bir sorundu bu. Şimdi bakın 
	ben atanma emrini alınca ne yaptım: kalktım Samsun'dan buraya geldim, göreve 
	başlamadan bir hafta önce. Eski deyimle mütenekkiren (kılık değiştirerek). 
	Yeni Şükran Oteli'ne indim, orada yattım. Her gün, her tarafı gezdim.Kimseye 
	varlığımı bildirmedim. Baktım ki, önemli şeyler var. Bir takım kimseler 
	dolaşıyor ortalıkta. Örneğin İstinyeli İbrahim. Bu adam Tayyare Sineması'nın 
	yanında yuvalanır, orada küçük çocuklara musallat olur, onlarla meşgul 
	olurdu. Göreve başlayınca onu Emniyet Müdürlügü'ne çağırdım. Dedim ki: Bir 
	yerde bir horoz öter. Sen buradan gideceksin artık. Bak, benim elim kolum 
	kuvvetli. Ben acz içine düşersem başkası gelir. Başkası da acz içinde 
	kalırsa jandarmayı getirirler. Jandarma da acz içinde kalırsa orduyu 
	getirirler. Boşuna uğraşma!  Şimdi adını söylemeyeyim, 
	Cumhurbaşkanlığından telefon ettiler bana. Dediler ki, "İstinyeli İbrahim'in 
	üzerine fazla varma!"  Ben: "Varılan bir şey yok. Adam suç işlemiş, 
	onun için. Sonra bunu tek başına emniyet müdürü derdest etmez. Kendisi gidip 
	de adamı yakalamaz. Suç işleyecek olursa, ilgililer var, görevliler var. 
	Emniyet müdürü bir yöneticidir. Ne bir dedektiftir, ne hırsızlık uzmanıdır, 
	ne bir fotoğraf uzmanıdır. O, teşkilatını halka, halkı teşkilatına 
	ezdirmemekle görevlidir. Bu konuşmalardan sonra İstinyeli İbrahim gitti. 
	Sonra bir Pamuk Niyazi vardı, Çerkez diye birisi vardı. Onun kardeşleri 
	vardı, örneğin Faruk vardı, kabadayı geçinen. Bunları teker teker çağırdım. 
	Ve biraz da zor kullanarak, kişilerin lakapla anılmasını bertaraf etmek 
	istedim. Örneğin Niyazi'ye sorardım:
	-Adın ne senin?
	- Pamuk Niyazi..
	-Hayır, sen Niyazi'sin..
	 - Uğraşa uğraşa ben Niyazi'yim dedirtirdim en 
	sonunda.
	Evet, sonra bunlar yavaş yavaş gittiler, hepsi gitti. 
	Bunların bir kısmına da iş buldum.
	On dört senelik hizmetimde, "efendim filan suçluyu 
	bulmuşum", onu ben bulamam. Onu ya bir komiser muavini bulacak ya bir 
	komiser, ya bir polis memuru bulacak. Hatta bekçi bulacak. Amacım buydu. 
	Bursa'da bunu sağladık.
	Örneğin sinemada çıt çıkmazdı. Çünkü mal canın 
	yongası ya, sivil memurlar koyardık içeriye, gürültü veya ahlaksızlık yapanı 
	dışarı atarlardı. Zaten adamın bileti yandı mıydı, bir daha da gelemezdi. Bu 
	uygulamalarımızı zaman zaman stadyuma kadar intikal ettirdik. Bütün bunları 
	yaparken kaç kişiydik biliyor musunuz? İlçeler dahil 66 kişiydik. İnegöl, 
	Yenişehir, Mustafakemalpaşa, Gemlik ve Mudanya dahil 66 kişi. Karacabey'de 
	karakolu ben açtım. İl merkezindeki görevli sayısı 43 müydü, 44 müydü o 
	aralar. Rütbeli hiç bir şube müdürümüz filan da yoktu, bir ben vardım. 
	Enteresandır, bazı yerlerde eşraf-ı belde polis istemez. Çünkü jandarmayla 
	daha iyi ilişkiller kurabilirler. Derinlemesine gitmez jandarma. Biz 
	Orhangazi'ye polis getirdik, almadılar. Tozkoparan bırakmadı. Ben de 
	götürdüm İznik'e verdim. Verdim dediysem, valinin onayıyla tabi.
	Ben Bursa'dan ayrıldığımda da, ikinci kez geldiğimde 
	de İhsan Sabri (Çağlayangil) Bey vali idi. Kendisini daha Polis Koleji ve 
	Polis Enstitüsü'nden tanırdım. Polis Psikolojisi ve Kalabalık Psikolojisi 
	(Kitle Psikolojisi) derslerimizin hocasıydı. İhsan Sabri Bey, hasbelkader de 
	olsa, o dönemde büyük ölçüde erkan-ı devlet ve hükümetle ilişiği olan bir 
	kişiydi. O sıralarda Türkiye'ye gelen yabancı ülke temsilcileri bir defa da 
	Bursa'ya uğrarlardı. Onun için çok devlet adamları gördüm. Örneğin Erhard, 
	Kamil Şamun. En önemlisi de bence, Alfred Krupp, Krupp'un oğlu. Krupp özel 
	tayyaresiyle geldi. Tophane'ye çıktık. Orada bir küçük savaş topu vardı. 
	Meğer Krupp topu imiş, 78 numaralı ya da öyle bir numara işte. Adam onu 
	ciddiyetle inceledi. Bilmiyorum o top şimdi ne oldu. Sonra Prenses Eşref, 
	Fatma... En çok itibar gören de Abdüllillah olmuştu. Ve de Irak kralı Faysal 
	ve kral naibi Nuri Sait. Velhasıl biz burada emniyet müdürlüğü yanında bu 
	tür protokol işleri de yapıyorduk. Böylece günler geçiyordu.
	*  *  *  *  *
	
	
	                                            
	Ulucami, 1960'lar       
	       
	14 Haziran 1957'de Bursa Ulucami'de bir gerici 
	girişim sahnelenmek istenmişti. Bu olayı dönemin emniyet müdürü Şebip 
	Karamullaoğlu şöye anlatıyor:
	"Öğle üzeri büromda oturuyordum. Bir haber geldi: 
	Ulucami'de bir olay var, diye. Ulucami'de büyük bir olay var. O zaman emniyet müdürlüğü vilayetin alt katındaydı. 
	Öğle paydosu olduğu için hemen hemen hiç kimse yoktu. Sadece üç kişilik bir 
	polis ekibi görev başında olurdu. Bu ekip hem devriye gezer, hem evrakı 
	toplar, hem de olaylara yetişirdi.
	Olay haberini alır almaz ben, şöförüm ve bir polis 
	memuru daha atladık arabaya, Ulucami'ye gittik. Doğu kapısı önüne geldik. 
	Fırladım, bir içeri girdim ki ana baba günü. Silah kullanmak mümkün değil. 
	Günlerden cuma idi ve olay cuma namazı sırasında olmuş. Kapıdan içeri girmek 
	üzereyken baktım orada polis memuru Mustafa Güler, Kayserili bir arkadaştı, 
	o var. Hemen önüme geçti: sayın müdürüm, olay büyük, canımıza okurlar, dedi. 
	Baktım ortalık gerçekten karışık. Kimi vuruyor, kimi bağırıyor, kimi 
	koşuyor. Öyle bir karışıklık var ki, kimin kime vurduğu da belli değil. 
	Olaya müdahale ettiği için polis memuruna salırıyorlar, bir yandan da olay 
	çıkaran Tavşanlılılara saldırıyorlar. Olayı çıkaranlardan biri kalmış, 
	ötekiler kaçmışlar. Ben de bir an tereddüt etmedim değil. Sonra karar 
	verdim. Orada, ihtiyarın birinin elinde baston vardı. Bastonu kaptım, Ahmet 
	Vefik Paşa gibi ters tuttum, sağa sola vura vura caminin içine daldım. Batı 
	kapısına kadar yürüdüm çıktım. Orada kalan o Tavşanlılı adamı aldım bu 
	arada. Kapının yakınında bir defa daha saldırdılar. Ama bize mi yoksa o 
	yakaladığımız adama mı saldırdılar, bunu anlayamadım. Bu sırada öteki 
	arkadaşlar da yetişti. Yani o hengameden Mustafa Güler ile ben, ikimiz 
	çıkardık adamı. Postanenin köşesine geldik, bir kamyonet, kimin olduğunu 
	bilmiyorum, hemen durdurduk onu. İhsan Peksun vardı. O da bize yardımcı 
	oldu. Adamı arabaya bindirdik, emniyete götürdük. Olay incelendi, şöyle 
	olmuş: Bunlar bir gün önce Tavşanlı'dan gelmişler. Cuma namazı sırasında 
	hutbe okunurken kendini mehdi ilan eden kişi fırlamış, hocaya bir tane tekme 
	atmış. Yuvarlamış onu aşağıya. Selatin camisi olduğu için, kılıç da orada 
	duruyor. Hemen almış çekmiş. Kendisinin mehdi olduğunu, artık laik 
	cumhuriyete son verilip şeriatın hakim kılınacağını söylemiş. İşte o zaman 
	polis memuru Mustafa Güler işe müdahale edince, 'Vay sen misin? diye ona 
	çullanmışlar. O arada halkın tepkisi karışık. Bir kısmı polis Mustafa'yı 
	desteklemiş. Fakat bu da bilinçli bir destekleme değil. Daha çok, camide ne 
	diye böyle olay çıkarıyorlar, diye huzursuz olmuşlar".
	* * * * * 
	Şebip Beyle ilgili bir anıyı da Ahmet Erdönmez 
	aktarıyor:
	"Bursa senatörü Şebip Bey 1982'de benim koleksiyonumu 
	ziyarete gelmişti. Bana 'senin kolleksiyonun için iki parça vereceğim, 
	onları ömrün boyunca saklayacaksın' dedi. Bana yazılı bir belge ile 
	Atatürk'ün 1917-1922 arasında kullandığı ağızlık ve tespihi verdi. İzmir'de 
	Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım ile Şebip Beyin annesi aynı apartmanda 
	oturuyorlarmış. Komşu olma münasebetiyle Zübeyde Hanım, Şebip Beyin annesine 
	bu tespih ve ağızlığı hediye etmiş. Şebip Beyin annesi de oğluna vermiş. 
	Şebip Bey de benim daha iyi koruyacağımı dile getirerek bana vermişti".
	   Kaynak: Yılmaz Akkılıç Anıları, Nilüfer 
	Belediyesi Yayını, 1. kitap, s.307-315
	----------------------------------------------- 
	NOTLAR
	(1) Reşit Mümtaz Paşa: 1903-1906 arasında 
	Hüdavendigar valisi  olarak Bursa'da bulundu. Ahmet Vefik Paşa aynı 
	görevde 1879-1882 arasında bulundu. Kentin günümüzdeki ana iskeleti onun 
	zamanında oluştu. 93 Harbi 1877-78 arasındaki Rus Harbi'dir. 
	(2) Haşim İşçan 1945-50 arasında valilik yapmış, pek 
	çok temel bayındırlık işlerini gerçekleştirmiştir. 
	
	---------------------------------------------------------- 
	Şebeb Bey Hakkında Anılar 
	                                                     
	Niyazi Menteş
	 
	Şebib Karamullaoğlu Bursa’da 
	Emniyet Müdürü, 1960 askeri harekatından önceki yıllar. O vakitler emniyet 
	müdürlüğü Atatürk Anıtı yanındaki vilayet binasının birinci katın. Zemin kat 
	ise nezarethane. Bir gün “Emniyet’te edam dövülüyor, dövülenlerin 
	sesleri dışarı aksediyor, ayıp oluyor” biçiminde bir yazı yazdık gazetede. 
	Yazının çıktığı gazete, dönemin iktidar organı HAKİMİYET gazetesi. Sahibi 
	Hayri Terzioğlu. Üstelik Hayri Bey Bursa DP il başkanı. Yanına çağırdı beni, 
	“yazmışsın, iyi güzel de… Git bakalım Şebib Beye, neden adam dövdüklerini 
	öğren, yazıya onun görüşünü de ekle” dedi.
   Şebib Beye gittim. “İyi ki 
	geldin. Ben de şimdi seni aldıracaktım. Sen bilir misin polis niçin adam 
	döver? Şimdi sana bunu göstereceğim. Bak bakalım polis neden adam dövermiş, 
	kararını kendin ver”. 
   Gerçekten de iki üç saat sonra dönemin 
	gazetecilerinden Hüseyin Kuşku ve İsmail Gerçeksöz ile emniyet müdürünün 
	odasında buluştuk. Şebib Bey bizi oturttu, çaylar kahveler söylendi ve 
	toplantı konusuna geçtik. “Bugün bir gazetede yazı çıktı, biz adam 
	dövüyormuşuz. Beyler, polis sahtekarları, kanun kaçaklarını, namuslu 
	insanlara zarar verenleri elbet döver. Doğruyu söyletmek için yapar bunu. 
	Adamı karşımıza alırız, insan gibi sorarız. Evladım neden bu işi yaptın 
	dediğimizde, hemen sırıtarak inkar yoluna sapar, bizi aptal yerine koyar, Bu 
	adamı dövmek vacip olmuştur artık, döveriz. Bakın şimdi size bir sanık 
	çağırtacağım, sorgu sual edeceğim, bunu insanca yapacağım ve bana nasıl 
	asileştiğini göreceksiniz.” Zile bastı, içeriye gelen bekçiye “Bana Osman’ı 
	getirin” dedi.
Osman dediği adam şöyle 30-35 yaşlarında bir şey. Cin gibi 
	bakışları var. Bekçi bir sandalye çekti, adam oturdu. Şebib Bey sordu:
	-Oğlum kaç yıllık dolandırıcısın sen?
Adamdan sert yanıt:
	-Dolandırıcıya benzer yanım var mı? Ben garip bir vatandaşım. Evlerde, iş 
	yerlerinde duvar boyar, nafakamı çıkartırım.
Şebib Bey devam ediyor:
	-Evladım senin sabıka d oysan burada. Ortalığı, bir takım saf vatandaşlara 
	satmışsın. İstanbul polisi seni arıyor. Galata Köprüsü’nü, Galata Kulesi’ni 
	bile satan sensin. İtiraf et, yaptım de, seni adliyeye verelim, cezanı çek, 
	çık. Bundan böyle namuslu ol, badanacılık işini sürdür.
Bunlar yürekten 
	ve içtenlikle söylenen sözlerdi. Sanık ise duymazlıktan gelip diretiyor:
	-Hayır efendim, ben sabıkalı olmadığım gibi devlet malını da satmadım. 
	Bunların hepsi iftiradan ibaret. Aşağıda konuşturmak için polisler sırayla 
	dövdü, şikayetçiyim.
Şebib Bey sorularını defalarca tekrarladı, adam da 
	sürekli inkar yolunu seçince ayağa kalktı, adamın suratına üst üste dört 
	tokat attı. Beşinci tokat gelecekti ki adamdan ağlamalı yanıt:
-Elini 
	ayağını öpeyim bey, vurma. İşte ben aranan o Osman, yani Sülün Osman!
	Şebib Bey bize döndü: “İşte efendiler, ünlü sabıkalı Sülün Osman derler 
	buna. Bunu dövmeden konuşturun da göreyim. Ben bunun cemaziyelevvelini 
	bilirim”
Sülün Osman’ın Bursa’ya gelişi parasız kaldığı bir dönemde 
	olmuş. İstanbul polisi Bursa polisini haberdar etmiş. Şebib Bey de onu 
	tanıdığı için, devriyelerle birlikte şehri gezerken, Altıparmak işkembe 
	çorbacısında tanıyıp yakalatmış. Sonra adamı müdüriyete getirip dövmüşler. 
	Biz de adamın feryadını duyup yazıyı yazmışız.
Şebib Bey bize dönüp "Siz 
	olsanız benim yerimde, dövmez misiniz? İtirafta bulunmuyor diye salıverir 
	misiniz?"
Şebib Bey, Allah rahmet eylesin, dürüst ve mert bir 
	polisti. Sokakta gördüğü kabadayılara basardı sopayı. Küstah, şımarık, 
	kendini bir şey sanan polislere de haddini bildirir, “üniformana sığınma, 
	terbiyeni takın” derdi. Şimdi nerede böyle devlet 
	memurları...                                                                                                  
	
	 Kaynak: Vefasız Olsa da Zaman- Gönül 
	Kahvesi serisi- 2,  Niyazi Menteş, Bursa Gazeteciler Cemiyeti Yayını, 
	1999, sayfa 53- 57:
	
	---------------------------------------------------- 
	   Bir basın 
	toplantısı kaplıca ortamında Türkiye’de ilk kez Bursa’da yapılmıştır. 
	1957’de CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek Yeni Kaplıca’da basın toplantısı 
	yapmıştır. 
	
	 
	
	
	                     
	Kaynak: Necati Akgün, Son 100 yılın Bursa 
	Olayları ve Anılarım, Prestij tanıtım Yay., 1994, Bursa, s. 64