Efsane Muhtar Fevzi Kavuk ile Söyleşi


1965 TİP Kongresi

Bursa'da Siyasi Hayat

 

                    

  Fevzi Ağabey, Bursa yöresinde yaşayan en yaşlı sosyalistlerden birisiniz. Bugüne dek hakkınızda çok şeyler söylendi, yazıldı. Eski arkadaşlarınızdan Hasan Öztürk yaşamınızı romanlaştırdı. Klasik bir soru olacak ama size göre kimdir Fevzi Kavuk?

 1931 yılında oturduğum bu köyde (İznik Müşküle) doğdum. İlkokulu Müşküle’de okudum. İlkokuldan sonra eğitime devam edemedim. O zamanlarda köyümüzde ortaokul yoktu. Bir de kimse okumanın önemini bilmezdi. Talihsiz bir çocuktum, küçük yaşta zatürreye yakalandım. Kuru, sıska bir çocuktum. Bu yüzden ailem beni bağ, bahçe, tarla işlerine hiç sokmadı.

Ama köyde sizi “delikanlıbaşı” seçmişler?

Evet, askere gitmeden beni köyümüzde delikanlıbaşı seçtiler. Bu yöresel bir gelenektir. Düğün, dernek işyerinde düzenleme, örgütleme işlerini ben yapardım delikanlıbaşı olarak. Sonra askere gittim.

Ne zaman gittiniz, nerede yaptınız askerliğinizi?

1951 yılında asker oldum. Önce Edirne’ye, oradan da Siirt’e gittim. Jandarma askeri olarak yaptım askerliğimi.

Askerlik dönüşü köyde kaldınız sanırım?

Evet, köyde kaldım. Köyişleri malum. Bizim köyde ilk cinayet olayı 1941’de olmuş. 1950’lerde 1-2 cinayet olayı daha var.. Bu yüzden o yıllarda köyümüzde büşük bir huzursuzluk vardı. Bunu nasıl çözeriz diye düşünürken 50’li yılların başında köyümüze Kırşehir’den Seyfi Alp adında bir öğretmen geldi. Gençti, bekardı, farklı bir öğretmendi. Kısa sürede kaynaştık, arkadaş olduk. Zaman zaman bizim evde de kalırdı. Kafa kafaya verip köydeki huzursuzluğu nasıl giderebiliriz diye düşündük. Aklımıza ilk gelen köyde bir spor kulübü kurmak oldu. Müşküle Köyü Dostlukspor Gençlik Kulübü adında bir dernek açtık. Arkadaşlar beni kulüp başkanı seçtiler. Bu kulüp sayesinde köydeki gençleri bir araya getirdik, onları kaynaştırdık. Seyfi Öğretmenin de yardımıyla 4. ve 5. Sınıf öğrencileriyle birlikte müsamereler hazırlayıp köy meydanında sahneledik. Sonra Kıranarkası mevkiindeki suyu imece yoluyla köyümüze getirmeye karar verdik. Bu düşüncemize herkes destek oldu.  Çeşmelerbaşı deresinden köyümüze suyu getirdik. Herkes çok sevindi. Yaşlılar da buna  destek oldu ve onlar da çok sevindiler. Tam da bu çalışmalar sürerken darbe oldu.

27 Mayıs 1960 darbesi, değil mi?

Evet. Ordu her yerde yönetime el koydu. Köyümüze de Seyfi Öğretmeni muhtar yaptılar. Bu arada 1927’de yapılan okulumuz 1959’de yıkılmıştı. Onun yerine yeni bir okul yapmamız gerekiyordu. Ben “Dostlukspor Kulübü olarak bunu yapalım” diyordum. Okulun yapımı için taş, çimento, kum vb gerekiyordu. Bunu köylü olarak bizim karşılamamız gerekiyordu. Bunda muhtara çok iş düşüyordu. Muhtar Seyfi Alp, “Ben bunları köylüden isteyemem. Bana vermezler. En iyisi muhtarlığı köyden biri yapsın” diyordu. Bilgim dışında muhtarlığa beni önermiş. Üç ay sonra İznik kaymakamlığından beni çağırdılar. O sırada İznik kaymakamlığı, belediye başkanlığı ve garnizon komutanlığı görevini yürüten Binbaşı Ö. Faruk Sansar bana “muhtar sen olacaksın” dedi. “Böylece okul için gereken malzemeyi de sen bulacaksın. Biz de sana yardım edeceğiz” dedi. Ben karşı çıktım, “binbaşım ben çok gencim. Benim babam, amcalarım var köyde. Onlar dururken ben muhtarlık yapamam, ayıp olur” dedim. Binbaşı kızarak, “Ben anlamam, sen muhtar oluyorsun. Git babanı da al getir buraya!” dedi.

            Umarsız köye döndüm. Olanları babama anlattım. Babam da benim muhtar olmamı istemedi. Babam, babamın tanıdığı eski İznik belediye başkanı Hüseyin Oktar ve ben tekrar binbaşının yanına gittik. Binbaşı bizi görür görmez hemen ayağa kalktı, elimizi sıktı. Ama ilk sözü şu oldu; “Bak Oktar, eğer bu genci Müşküle’ye muhtar yaptırmamak için geldiyseniz hiç boşuna uğraşmayın, olmaz” dedi. Bütün karşı çıkışlarımızı reddetti. “Bu genç oraya muhtar olacak, başka yolu yok!” Böylece ben 15 Ağustos 1960’ta muhtar oldum. O zaman henüz 29 yaşındaydım.

Bu arada köyde muhabir de olmuşsunuz.

Muhtarlığa devam ederken zeytin alımıyla ilgili Gemlik’ten, kooperatiften geldiler. Köyde güvenilir birisini alım memuru (muhabir) yapmak istiyorlardı. Köylüler bu işi de bana yüklediler. Beni Müşküle muhabiri olarak seçtiler. 10 yıl kadar da bu işi yaptım.

Peki bu arada politikaya da atıldınız. TİP’e nasıl girdiniz. Seçimlerde neler yaptınız?

O bayağı uzun bir süreç. Neresinden başlayayım…

Örneğin 1963’te yerel seçimler vardı. Adalet Partisi muhtar adayı Sezai Ersöz’ün muhtarlığı kazanacağı kesin gibiydi. Fakat büyük farkla siz kazandınız.

Muhtarlıktaki 3 yıllık çalışmam köylüye büyük güven vermiş olmalı ki beni yeniden seçtiler.

1964’te İzmir’de yapılan TİP’in birinci olağan kongresine katılıyorsunuz. Kongreye İsmail Başaran, Hasan Çakır, Emin Alper, İsmail Kaymaz, Faik Aşkın, Başaran’ın yeğeni Mehmet Başaran ve siz birlikte gidiyorsunuz. Delege değilsiniz, izleyici olarak. Orada Cemal Hakkı Selek, Fethi Naci, Şükran Kurdakul, Yaşar Kemal ile tanıştınız.

Evet, İzmir’de kongreye katıldık. Çok heyecanlıydık. Birçok ünlüyle tanıştık. Bize çok ilgi gösterdiler. İzmir’Den döndükten sonra evde bir tuhaflık vardı. Hiç kimse benimle konuşmuyordu. Meğer biz İzmir’deyken bir dedikodu almış yürümüş köyde. Neymiş, biz vatan haini imişiz, Rusya’nın casusu imişiz. Bu yüzden bizimkiler bana kızmışlar ve konuşmuyorlar. Bizimkileri zor yatıştırdım. Bunların tümüyle uydurma olduğunu söyleim. Sonunda onları inandırdım.

Bir çınar dikme olayınız var, ondan söz eder misiniz?

Nazım Hikmet’in ölümünün 1. Yıldönümü idi. 3 Haziran 1964’te ressam Balaban’ı, mimar Emin Canpolat’ı köye davet ettik. Değirmene su veren dereden söktüğümüz bir çınar fidanını hep birlikte Rıfat Talan’ın göle yakın zeytinliğine diktik. Bu arada parti çalışmalarımızı da sürdürüyorduk. 1964 senato seçimlerine TİP katılmadı. Gerekçesi de 15 ilde tüm ilçeleriyle birlikte örgütlenememesi idi. O günlerde Bursa’da hummalı bir parti çalışması yapılıyordu. Bu çalışmalara kimler katılmıyordu ki… Avukat Şükrü Akmansoy, muhasebeci Kemal Ümektan, İsmail Tuna, Şükrü Uyar, Engin Özpınar, Gürbüz ve Gündüz Akkök kardeşler, şair Metin Güven, Tankut Sözeri, Mehmet Gülersoy, Ekrem Asuman, Selim Deveci ve pek çok arkadaş. Nihat Behram ve Namık Kemal Behram’ı da o yıllarda tanıdım. Öğretmen hareketinden Hasan Ceylan, Mehmet Bozkurt, Aytekin Gürler gibi arkadaşlar da vardı.

TİP’in 1965 Bursa il kongresine katıldınız. Orada neler yaşandı?

İl kongresine biz Müşküle’den kalabalık bir grup olarak katıldık. İsmail Başaran’ın ayağı kırık olduğu için katılamadı. Müşküleli arkadaşları ben yönlendiriyordum. Bursa’ya Mehmet Ali Aybar gelecekti. Ama iktidar çevreleri onun kongreye gelmesini istemiyordu. Bir grubun (Komünizmle Mücadele Derrneği) kongreye saldıracağı ve kongreyi yaptırmayacakları söyleniyordu. Mehmet Ali Aybar kongreye katılmadı ama genel merkezden Cemal Hakkı Selek, Adnan Cemgil, Ali Karcı gelmişti. Kongre başladı, bir süre sonra bir grup saldırgan kapıya yüklenip içeriye girmek istedi. Saldırganlar zor zapt ediliyordu. Polise haber verildi. Polis dışardaki kalabalığı dağıttı. Daa sonra biz Setbaşı Köprüsü’nden geçerken “sakın Müşküle muhtarını kaçırmayın” diye bağırdı birisi. Bize saldırdılar. Korkunç bir gündü. Nihat Behram kendini Setbaşı Köprüsü’nden aşağı attı. Şükrü Akmansoy fena halde dövüldü. Genel sekreterimiz Cemal Hakkı Selek yerlerde sürüklendi. Adnan Cemgil ve Ali Karcı da dövülenler arasındaydı. Vali Vefa Poyraz’dı o zaman. Vali bey bizi kurtarmak yerine saldırganların kucağına attı o gün.

Yıl 1965. Genel seçimler yapılacak. Siz de TİP olarak ilk genel seçime hazırlanıyorsunuz.

Çok heyecanlıydık ve müthiş bir çalışma yürütüyorduk Bursa’da. Milletvekili adaylarımız belli olmuştu. Bursa’da ilk sırada genel merkez adayı Adnan Cemgil, ikinci sırada da ben vardım. Seçim sonuçlarında TİP olarak büyük başarı kazandık. O zamanlar ulusal artık (milli bakiye) sistemi vardı. Biz TİP olarak meclise 15 milletvekili sokmuştuk. Tüm Türkiye’deki oyların %2.83’ünü almıştık. Ben seçilememiştim ama köyümüz Türkiye’de oy oranı açısından birinci olmuştu.

Bir de 1968’de TİP’in büyük kongresi vardı. Seçimlere iki ayrı listeyle girilmişti. Siz de adaydınız.

Ben Aybar’ın listesindeydim. Seçimi biz aldık. Ben de artık GYK üyesiydim ama karşı listeden de sevdiğim kişiler vardı, Sadun Aren, Şaban Erik gibi. Fakat ondan sonra partideki iç savaşım hiç eksilmedi. 1969’de genel seçim yapıldı.  Ancak “ulusal artık” sistemi kaldırıldığı için TİP bayarılı olamadı. Meclise ancak İstanbul milletvekili Mehmet Ali Aybar ve Rıza Kuas seçilebilmişti. Oysa oy oranımız %2.64 idi. Müşküle’de partimiz yine iyi oy almıştı. Bursa’daki %5.3 oyumuzun %10’undan fazlası Müşküle’den çıkmıştı.

13 Şubat 1971. TİP’in 10. kuruluş yıldönümüydü. Parti bunu görkemli bir biçimde kutlamak istiyordu. Ancak 12 Mart 1971 tarihinde ordu yönetime el koydu, karanlık bir dönem başladı.

Ben o sırada TİP’in GYK üyesiydim. Yani en üst organındaydım. Jandarmalar gelip beni alarak İznik’e götürdüler. Orada ifadem alındı, bir süre sonra serbest bıraktılar.

Geldik 12 Eylül 1980 darbesine. O günlerde neler yaşadınız?

12 Eylül sabahı adına “bayrak harekatı” denilen bir uygulama ile gelip beni köyden alıp İznik’e götürdüler. Bir hafta kadar karakolda tuttuktan sonra Gemlik’teki Askeri Hara’nın içinde 3-4 gün beklettiler. Sonra Işıklar Askeri Lisesi’ne götürdüler. Orada bir akşam kaldım. Sabahleyin gelen ekip beni emniyete götürdü. O sıralarda Marmara Köylüleri Yardımlaşma Derneği adıyla bir derneğimiz vardı. Ben onun başkanıydım. Baktım ki bizim diğer dernek yöneticileri de orada. Bizi uzun süre işkenceden geçirerek sorguladılar. Gizli örgüt kurmakla suçladılar. Oysa yasal bir dernekti. O sorgu sırasında avukat arkadaşımız Ahmet Hilmi Fevzioğlu’nu kaybettik. Sonra bizi İzmit’te Konca Askeri Tutukevi’ne götürdüler. Aylarca orada kaldıktan sonra Selimiye Kışlası’na, sonra da Davutpaşa Kışlası’na götürdüler. Toplam 10,5 ay oralarda kaldıktan sonra bizi serbest bıraktılar. Bir süre köyde kaldıktan sonra ailece Bursa’ya taşındık. Altıparmak’ta küçük bir bakkal dükkanı açtım. Geçememe sağlamaya çalışırken siyasal anlamda da boş durmadık. İnsan Hakları Derneği Bursa şubesinin kurulmasına yardımcı oldum. Bura Cezaevi’nde Nazım dostlarıyla buluştuk. Nazım Hikmet belgeseli çekmek istedik, Müşküle’de daha öhce diktiğimiz Nazım’ın çınarını çekecektik. Bu arada hemen söyleyeyim. Çınarımızı bir süre önce birileri dibinden kesmişti. Doğal olarak buna çok üzülmüştük. Fakat kesilenyerden iki filiz çıkmıştı. Biz onun resmini çekecektik. Ekip çınarın resmini çekmek için gittiğimizde bir de ne görelim, o iki s ürgün de dibinden kesilmemiş mi! Bir daha sürgün vermemesi için de çotağı yağ döküp yakmışlar. Bu insanlar ne denli zavallılar! Sanki yerine yenisi dikilemezmiş gibi. Nitekim yerine yenisi dikildi. İznik Gölü’nün kıyısında, şimdi mavi sulara baka baka yükseliyor dalları, göğe doğru.

1989’da İsmail Başaran’ı kaybettik. Oğlu kimseye haber vermediği için cenazesine doğru dürüst kimse katılmadı. Ölümünden 4 ay önce Bursa’da bir gece rakı içip dertleşmişsiniz.

Evet, o gece konuşurken artık öleceğini söyledi. Bir düş gördüğünü, düşünde Nazım’ı da gördüğünü, Nazım’ın bana selam söylediğini, bu ülkeyi namussuz faşistlere bırakmamak için ölünceye dek benim savaşım vermemi istemiş. Ben de onun bu isteğini yerine getirmeye çalışıyorum şimdi.

29-30 Nisan 1989’da Aziz Nesin öncülüğünde Ankara’da demokrasi kurultayı düzenleniyor. Düzenleyicier arasında Sadun Aren, cevat Geray, Rasih Nuri İleri, Varlık Özmenek, Vecihi Timuroğlu gibi ünlü yazarlarımız var. O kurultaya siz de katılmışsınız.

Evet, katıldım. Pek çok dostumu orada görme fırsatım oldu. O yıllarda böyle bir kurultay düzenlemek büyük cesaret işiydi.

Köye ne zaman döndünüz?

2003 yılında.

Ağabey, sizi yıllardır tanıyorum. Pek çok kez köyde, Bursa’da yan yana olduk. Hala sosyalist düşünceleri savunuyorsunuz. Nasıl sosyalist olduğunuzu anlatır mısınız.

Benim sosyalist olmam şöyle oldu. Köyümüzden İsmail Başaran bir cinayet olayından dolayı Bursa Cezaevi’ne gönderilmişti. İsmail orada Nazım Hikmet’le tanışıyor. Ondan çok etkileniyor. Hatta onun gibi şiirler yazmaya başlıyor. Nazım ona yol gösteriyor. İsmail orada sosyalist düşünceyle tanışıyor. Tahliye olup köye geldikten sonra bize Nazım’dan şiirler okurdu. Orada öğrendiklerini bize anlatırdı. İsmail yazdığı şiirleri Buğday Direniyor adında bir kitapta toplamıştı. İsmail Başaran, ben, Emin Alper, Hasan Çakır vd. arkadaşlara okuyor, tartışıyorduk. Böylece sosyalizmi öğreniyor, öğrenmeye çalışıyorduk.

Peki şimdilerde sağ-sol bitti, sosyalizm çöktü diyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben sosyalizme olan inancımı hiç yitirmedim. Yitirmem de. Sağ-sol bitmez. Neden bittmez? Kapitalizm var oldukça sınıflar da var olacaktır. Sınıflar var oldukça sağ sol da var olacaktır. Biliyorsun en geniş anlamıyla sağ sermayeden yana, sol emekten yanadır. Sınıf savaşımı bitmeden bu ayrım biter mi? Sosyalizmin çöküşüne gelince, reel sosyalizm denilen, Rusya’da uygulanan sosyalizm, evet bitti. O bir denemeydi. Başka ülkelerde de bu tür denemeler oldu, olacak da. İnsanoğlu yüzlerce yıl sürse de sonunda insan onurunu koruyan, eşitlikçi bir toplum düzenini mutlaka kuracaktır.

Ağabey, ilerlemiş yaşınıza karşın hala çok dinçsiniz. Bursa’daki pek çok etkinliğe katılıyorsunuz. Bu gücü, enerjiyi nereden buluyorsunuz?

Şu zalim, şu zorba düzen var ya… İnsanı, insanlığı, doğayı yiyip bitiren, paradan başka gözü hiçbir değeri görmeyen bu zalim düzen var ya.. Bu sürdükçe benim öfkem de bitmez onlara karşı. Bir avuç insanın dünyayı yok etmesine, insanım diyen insan nasıl katlanabilir?

Sizin iyi bir örgütleyici olduğunuzu biliyoruz. TİP’te, TKP’de önemli görevler üstlendiniz. Şu anda ülkemizdeki solun dağınıklığı herkes gibi sizi de derinden üzüyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Gençlere bir öneriniz var mı?

Soldaki dağınıklık yeni bir şey değil. 12 Eylülden önce de vardı, şimdi de var. Tüm sosyalistlerin birleştiği zemin ne yazık ki kolay gerçekleşemiyor. Türkiye’de de, dünyada da bu böyle. Ancak birbirlerine yakın, emekten yana olan tüm kesimlerin en kalın çizgilerle bir araya gelmesi, sermaye düzenine karşı birleşik bir halk hareketi yaratmaları bence kaçınılmaz, zorunlu bir görevdir.

Size son bir soru sorayım. Önce nasıl bir Müşküle hayal ediyorsunuz, sonra nasıl bir türkiye ve dünya istiyorsunuz?

Okuyan, tartışan, üreten, çağdaş bir Müşküle hayal ediyorum. Daha genelinde ise barış içinde yaşayan, laik, demokratik, çağdaş, aydınlık bir Türkiye ve dünya. Kimsenin kimseyi ezmediği, sömürmediği, adil bir Türkiye ve dünya. Görebilir miyim? Sanmıyorum ama bunu düşünmek bile beni sevindiriyor.

Ağabey Çini Kitap olarak size çok teşekkür ediyor, sağlıklı, uzun bir yaşam diliyoruz.

Ben de size teşekkür ederim.

                                                     Çini Kitap, Sayı 19 (2013)'dan kısaltarak alınmıştır.

     

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 23/10/22