  
	
  
	  
	
 
  
	   | 
    
    
     | 
    
	
	   
	
	AKADEMİK YÜRÜYÜŞÜN RİNDANE DURAĞI: MUSTAFA KARA “HER KİTAP BİR MEKTUPTUR” 
    
	
	                                                                                       
	Söyleşen: Banu Demirağ 
	
	
	    
	
	
	Geçtiğimiz sayıda kitap-kitaplık ilişkileri özelinde başlattığımız 
	söyleşimizin bu ayki konuğu Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim 
	Üyesi Prof Dr. Mustafa Kara. Türkiye Yazarlar Birliği Bursa Şube Başkanı, 
	Bursa Araştırmaları Vakfı Yayın Kurulu Üyesi, Fakülte Dergisi Editörü, U. Ü. 
	Yayın Kurulu Üyesi, Kent Konseyi Başkan Yardımcısı. Bunlar sadece 
	bildiklerimiz. Yirmiye yakın eserin, sayısız makalenin sahibi. Yıllardır bir 
	çok güzel işin/etkinliğin harcına elini koyup temeline ruhunu katmayı 
	sürdürüyor. Kapası her daim herkese açık. Ayrıntılardan ırak durup, öze 
	ulaşmak isteyenlerle muhabbet çemberini büyütürken bilgisayar, cep telefonu, 
	kredi kartı, özel otomobil kullanmıyor. Ama daha fazla yazıyor, daha net 
	işitiyor ve her türden alışverişe yürüyerek ulaşıyor. Yönünü belirlemesine 
	vesile olan hareketin izinde başladığı yolculuğunun yirmi sekiz yıllık 
	durağı Bursa’da yaşıyor. Ama zaman/mekan tanımlarının ötesinde duruyor ve ne 
	mutlak menzilden, ne gönülden vazgeçiyor. Her kitabın bir mektup olduğuna 
	inanarak dileyenlere “Gönül Mektupları” yazıyor. Bir kez daha tevazudan, 
	engin hoşgörüsünden, doyulmaz sohbetinden, kitap ve gönül alışverişinden 
	nasiplendiğimiz Mustafa Hoca’yla fakültedeki aydınlık odasındayız. Önümüz 
	arkamız kitap… Kitapla ilk tanışmanızla başlayabilir miyiz? 
	Rize’nin Güneyce Kasabasında, cami imamı olan babamın 
	kütüphanesinde Arapca ve Türkçe kitaplar vardı. Kitapla ilk tanışmam buradan 
	diyebilirim. Bu arada Güneyceli olup Ankara’da asistan olarak görev yapan 
	(bugün emekli) Prof. Hüseyin Atay’ın gayretleriyle başkentten torba torba 
	ilmi/dini kitabın gelişini hatırlarım. Böylece 1958 yılında köy odasının 
	kütüphanesi kuruldu. Okuyup anlamasan bile o kitapların renkli ve resimli 
	sayfalarını karıştırırdım. Tabii Güneyce’nin alt yapasının da böyle bir 
	girişimde önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Geçmişte de ünlü bir kültürel 
	merkez konumunda olduğundan, medresesi, camisi, tekkesi bulunan, hatta bugün 
	daha bu özellikleriyle ziyaret edilen bir yerleşim olarak ayrıcalığını 
	koruduğunu, bir ara ilçe merkezi olduğunu belirtmek isterim.  Bu 
	ortamın, dolayısıyla kitapların oluşturduğu böyle bir ayrıcalığın 
	belirleyici olduğunu söyleyebiliriz yani, öyle değil mi? 
	Muhakkak etkisi var. Ancak asıl belirleyici olan süreç ileriki yıllara 
	tekabül ediyor. 1964 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesi’ndeki öğrenimime 
	başlayışımla birlikte, büyük yazarlar görüp tanıma şansının bana daha fazla 
	ışık tuttuğunu belirtmeliyim. Derviş/evliya menkıbelerini okumaya başladığım 
	bu dönemde beni en etkileyen kitap olarak Necip Fazıl’ın Halkadan 
	Parıltılar' ını ilk sıraya koymam gerekiyor. Bu arada unutmadan, Fransızca ile 
	ilgili bir şey söyleyeyim: Daha yetmişli yıllarda lisan laboratuarımız vardı 
	ve Fransızca hocamızın da yetkinliği sayesinde, Sefiller’in özetini 
	Fransızca’dan okuyup büyük keyif aldığını hatırlıyorum. Ne yazık ki, 
	üzerinde duramadım. Batıya gitme şansı hiç olmamış biri olarak, bilimle 
	ilgilenen kişilerin doğuyu da batıyı da görmesi gerektiğine inanıyor, her 
	yanacı dilin kişiyi zenginleştirici etkisi olduğunu düşünüyor ve bunun 
	eksikliğini de duyuyorum. Biz devrimizi tamamlamış olabiliriz, ancak bizden 
	sonraki nesil bu olanakları yakalaması gerektiğini düşündüğüm için bunu sık 
	sık gündeme getiriyorum. Genç akademisyenlerin önünün açılması gerekiyor. 
	Bilimsel makale zamanın koşullarından biri olduğunu düşünüyorum bunun. 1966 
	‘da Nurettin Topcu’yla ve eserleriyle tanınmış olmanın, gelişimindeki en 
	belirleyici nüveyi oluşturduğunu söyleyebilirim. Nurettin Topçu o yıllarda 
	İstanbul Erkek Lisesi’nde felsefe öğretmeni. Felsefe doktorasını batıda, 
	Paris’te 1934’te yapmış bir isim olmanın yanı sıra derviş –meşrep kişiliği 
	ile de tanınır. Türkiye’ye döndükten sonra 1939 yılında çıkarmaya sbaşladığı 
	ancak süreç içinde zaman zaman akamete uğrayan Hareket Dergisi’nin, o yıl 
	yeniden neşredilmesi benim için önemli bir dönüm noktası oluşturdu desem 
	yanlış olmaz. Tasavvufi neşve ile tanışmama vesile olan bir harekettir 
	Hareket Dergisi. Babam ve Topçu’dan sonra sacayağı tamamlanıyor : Süleyman 
	Uludağ. Böylece daha kararlı ve bilinçli bir hedef koyarak 
	okumaya, yanı sıra da yazmaya olan eğilim başladı diyebilir miyiz? 
	Doğrudur. Ancak dört yıl yatılı okuduğum Kayseri Yüksek İslam 
	Enstitüsü’nde söz konusu Hareket oluşumunda yer almış olmamın asıl 
	belirleyici olduğunu söylemeliyim. Bizim de katkımızın istendiği dönemde 
	bana “yazı başlıklarını belirledik, sana da tekkeler düştü” denmesi üzerine 
	ilk makalem 1972 yılında “Tekkeler Üzerine” adıyla yayımlandı. Kapsamlı bir 
	çalışmaya beni yönelten bu görev, daha sonra Tekkeler ve Zaviyeler adlı ilk 
	kitabımın oluşmasına vesile oldu. Babaeski’de iki yıl uzun dönem 
	askerliğimi yaptığım süreçte de bu çalışmamı tamamladım ve 76’da terhis olur 
	olmaz İstanbul’dan aldığım bir yazı makinesiyle köye gidip yazdıklarımı 
	daktilo ettim, yayınevine gönderdim.  Bu çalışmanın size ilk 
	ödülünüzü getiren eseriniz olduğunu biliyoruz. Diğerlerini de zikredebilir 
	miyiz? Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Türkiye 
	Milli Kültür Vakfı ödülüne, Metinlerle Günümüz Tasavvufi Hareketleri, 
	Türkiye Yazarlar Birliği Ödülüne değer bulundu. Son olarak da, makalelerimin 
	lik bölümünü oluşturan Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları bu yılın şubatında 
	ayın kitabı seçildi. Bu ödüller sizi nasıl etkiledi? Zorladı mı, daha 
	büyük bir sorumluluk duymanıza neden oldu mu, yoksa olağan, sıradan mı 
	karşıladınız bu sonuçları? Tam olarak böyle denemese de, bana fazla bir 
	şey söylemedi. Ödül için yapmadığım için olsa gerek. Zaten fazla satan 
	kitaplar olmayacağını da öngördüğümden, ben onları zaman içinde belli bir 
	boşlu dolduracağı düşüncesiyle kaleme aldığımı hep bildim. Bir tür görev, 
	bir diğer deyişle sorumluluk anlayışıyla yapıyorum bunu. Ödüllere de bir 
	itirazım yok. Yayık görenlere teşekkür ederim. Ödüle benzer bir durum da şu: 
	Türkistan bölgesinin en büyük gönül adamlarından Necmeddin Kübra’dan bir 
	tercüme yapmıştım: Tasavvufi Hayat. Bu eserim Özbekçe’ye çevrildi. Kiril 
	alfabesiyle basıldı Taşkent’te. Sayısı kaça ulaştı eserlerinizin ve şu 
	anda ne okuyorsunuz? Bir de yayınevi tercihinizi ne belirliyor ve 
	kitaplarınızın geliriyle ne yapıyorsunuz? Yirmiye yaklaştı sanırım, 
	saymadım. Telif, tercüme, deneme ve mektuplarla birlikte. Şu anda 
	makalelerimin ikinci cildini matbaaya hazırlamakla meşgulüm. Beş altı 
	yayıneviyle çalıştım. Para da beklemediğim için bu tür önceliklerim de 
	olmadı. Eskiler kendilerini övücü bir şey söyleyecekleri zaman “tahdis-i 
	nimet olarak söyleyeyim ki”, diye başlarlar konuşmaya, yazarken-çizerken 
	parayı hiç düşünmedim. Halimden memnunum. Bu hasletimin başta pederden, 
	sonra da Topçu’dan geldiğini belirtmek isterim. Babamın imamlığın yanı sıra 
	askeriyedeki deneyimi nedeniyle yıllarca Güneyce’nin sağlık memurluğunu da 
	yapmış bir isimdi, hasbi bir insandı, tek kuruş almazdı. Yeni bir kitabım 
	çıktığında hanım takılır bana “ne kazandın?” gibilerden. Yani şimdi bir 
	yayınevi “size on milyar vereceğiz” dese elbette ki, geri çevirmem ama yüzde 
	dört, yüzde üçün de lafını edecek değilim, tartışmam. Dervişler gibi, 
	bulursak dostlarla birlikte harcıyoruz. Bulamazsak daha zor durumda olanları 
	düşünerek şükrediyoruz. Sistemli bir okuma düzeniniz olduğunu 
	varsayarak, bu konudaki öncelikleriniz neyin ya da nelerin belirlediğini 
	sorabilir miyiz? Bir kısmını Arapça, bir kısmını Farsça, bir 
	kısmını Türkçesinden okuduğum tasavvuf klasiklerini öne alacak olursak, en 
	büyük daireyi bu oluşturuyor. Onun içindeki dairede Osmanlı eserleri yer 
	alıyor. Bursa ile ilgili eserler ise bunun iç halkası. Şimdi tabii akademik 
	kitaplar dışında edebiyat da önemli bir yer tutuyor. Tasavvuf edebiyatı, 
	divan edebiyatı, halk edebiyatı, tekke edebiyatı branşımın payandaları 
	olarak beni besleyen kaynaklar, pınarlar, ırmaklar… Birkaç örnek 
	verebilir miyiz? Bir Namık Kemal, Yakup Kadri nesri, Mustafa 
	Kutlu hikayeleri kadar Tanpınar şiiri, Hasan Ali Yücel’in Nefes’i, Nazım 
	Hikmet’in bilhassa 1923 öncesi şiirleri, yine Samih Rıfat’ın nefesleri 
	aklıma ilk gelenler. Mehmet Akif, Yahya Kemal… Bu konuda herhangi bir 
	tutuculuğum yok.  Mutlak okunması gerek dediğiniz ve 
	yakınlarınıza salık verdiğiniz isimleri de sayabilir miyiz? 
	Cevabı zor bir soru. Çünkü herkesin ilgi, bilgi ve sevgisi farklı. Bence 
	okunması gereken bir kitap, sizi hiç ilgilendirmeyebilir. Ama genel bir 
	ifadeyle şöyle bir şey söyleyebilirim: İnsan olarak bilgi ve segi 
	kapasitemizi yüze, bine katlayacak eserler bulup okumamız gerekir. Mukaddes 
	kitaplar, metinler, upanişadlar (Hint mistisizminin temel kitaplarından) 
	dahil insanoğlunun kafa ve gönül dünyasını zenginleştiren klasikleri bulup 
	okumamamız gerekir. Kitap okumak, dehalarla sohbet etmek, harika zihinlerle 
	beraber olmak demektir. Dünyada bu tecrübelerden daha büyük ve değerli ne 
	olabilir? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Onlar olmasaydı biz ne yapabilirdik? 
	Son okuduğunuz roman? Fazla roman okuduğum söylenemez. 
	Şiiri daha çok seviyorum. Sonra hikaye, sonra roman. En son Hattatların 
	Gecesi adlı romanı okudum. Yazar Yasmine Ghata, hiç görmediği babaannesi 
	Rikkat Kunt’un hayatından kalkarak ülkemizdeki hattatların macerasını 
	anlatıyor. Fransızca’dan Aysel Bora çevirmiş. Ya başucu 
	kitaplarınız, diğer bir deyişle döne döne okuduklarınız? Önce 
	bir itirafta bulunayım, son çıkmış kitabımı birkaç ay karıştırır, okşarım; 
	bir sonraki baskının tashihi için ya da işte, yazdıklarıma tekrar göz atmak 
	için. Bu arada kuşkusuz daha çok mesleki çalışmalarıma yönelik kitaplarla 
	haşır neşir olduğumu belirtmem gerekir. İslam Ansiklopedisi, tasavvuf 
	klasikleri, Osmanlı Tarihi ve Bursa tarihiyle ilgili olan hemen her kitap bu 
	listenin önde gelenleri. Sözlükler keza. Bu arada belki şunu da eklemem 
	gerekir, size özel hayatımdan bir sayfa açayım: ben yılda iki kere 
	öğrencilerimle gezi yaparım. Yılbaşında birinci sınıflara, yıl sonunda da 
	son sınıflara yönelik olur bu gezi. Bu esnada da bir takım metinler okurum 
	onlara. Yıldırım Külliyesini dolaşırken Nurettin Topçu’nun Yıldırım’ın 
	Huzurunda’sı, Muradiye’sini zevkle okurum. Bunları okurken her seferinde 
	duygulanırım, halbuki ne var, en olacak, yani öğrencilerimin önünde ağlasam… 
	Kendimi tuttuğumu itiraf edeyim.  En rahat ettiğiniz okuma 
	düzenini nasıl sağlıyorsunuz? Kendi kendinize okurken dolup taştığınız satır 
	aralarında duygularınızı paylaşıyor musunuz diye sorabilir miyiz? 
	Bunu çeşitlendirmek gerekiyor. Eğer araştırmaya yönelik bir okuma 
	yapıyorsanız, gerekli olan kaynağa ulaşmak zorlayıcı olabiliyor, hatta bazen 
	çok namüsait ortamlara da katlanmak gerekiyor. Söz gelimi kütüphanecilerle 
	tartışabiliyorsunuz. Okumak için elbette ki, en uygunu ev. Şimdi tam burada 
	şunu da belirtmek isterim; akademik yürüyüş birçok şeyi engelliyor, 
	kendinizi sınırlamak durumunda kalıyorsunuz ki, sanat ruhlu insanın kolay 
	kolay katlanabileceği bir durum değil bu. O kulvarda yürümek elbette ki 
	iradi bir seçim, dolayısıyla da nedenlerine de sonuçlarına da katlanmayı 
	beraberinde getiriyor. Örneğin ben üç kızımın hemen hiçbir okul 
	toplantısında bulunamadım, şimdi eskiye oranla biraz daha rahatım, 
	oğlumunkilere katılmaya çalışıyorum. Okumak işimizin bir parçası malum, 
	ancak bunu ev ortamının gerektirdiği alış verişlerden saf-ı nazar ederek 
	yapmak durumda olmak da zaman zaman sıkıntı yaratmıştır. Musiki dinlemek ve 
	şiir okumaktan zevk alıyorum. Bugüne kadar klasik Türk müziği veya birkaç 
	ismi izlemek dışında, hiçbir kanalın hiçbir programına baştan sona 
	katlanabilmiş değilim. İlber Ortaylı veya Atilla İlhan’a rastlarsam baştan 
	sona izlerim. Ama televizyonun genellikle rahatsız edici olduğunu 
	düşünüyorum. Bu yüzden de ona bakmak yerine, hiçbir şey yapmasam bile 
	masamın başında oturayım derim, üç tarafım kitaplarla çevrili olsun, o 
	kitapların sırtlarına bakmak bile televizyondaki programlardan daha cazip ve 
	hakiki görünüyor bana. Okurken dolup taştığım, ağladığın analır da kendi 
	kendime yaşar, paylaşamam. Ne yazık ki, evdeki çalışma masam da aynı yerde 
	olduğu için, bunlar aynı celsede olur, bir bakıma faş etmiş oluruz 
	sırrımızı. Kaç kitabınız var? Kütüphanenizden ödünç kitap verir 
	misiniz? Çocuklar, yani öğrenciler bir zaman aradıklarını bulmak 
	konusunda zorlandıklarını söyleyip, onları sıraya sokmak amacıyla saymaya 
	başladılar ama tamamlanmadı o iş. Evdekilerle birlikte üç bini aşkın 
	olduğunu sanıyorum. Ödünç kitaba gelince… Bu konuda liberalim ama bunun 
	zararını gördüğümü belirtmeliyim. Geri gelmeyen oluyor, piyasada bulunan bir 
	kitapsa alıp yerine koyuyorum ama bazen baskısı bitmiş bir kitabımın geri 
	gelmediğini görünce elbette canım sıkılıyor. Yine de yeter ki, okunsun diye 
	düşündüğüm için isteyenden kitabımı esirgemiyorum, kütüphanem vakıf 
	kitaplığı gibi. Yıllar önce verdiğim bir kitabımı geri getiren biri “aslında 
	vermeyecektim ama size imzalandığı için getirdim” dedi. Oğlum Bilal’e bazen 
	benden sonra kitaplarımla ilgili tasarrufu kendisine bıraktığımı söylüyorum, 
	tek şartım şahsıma imzalanmış olanların elden çıkarılmaması. 
     
	
	
	
	Bu kitaplık nasıl oluştu? Nerelerden ve nasıl satın alırsınız veya 
	nasıl ulaşır size kitaplar? Bir de okuduğunuz dergilerden de söz edebilir 
	miyiz? İstediğim bir kitabı nerde bulursam oradan alırım, 
	pazarlık yapmak, taksitle alış veriş yapmak adetim yoktur. Bursa’daki 
	kitapçıları dolaştığım gibi Beyoğlu ve Cağaloğlu’ndakileri de bilirim, ender 
	olarak ısmarladığım kitaplar olur. Tabii hediye edilenler son yıllarda 
	arttı, öğrencilerin tez kitapları, meslektaşların armağanları, zaman zaman 
	da yayınevlerinin gönderdikleri, yeni nesil ürünleri takip etmek için vesile 
	oluşturuyor. İslam Tarihi’nin yüz sayfalık tasavvuf bölümünü kaleme aldığım 
	için, yayınevi bana on ciltlik külliyatı gönderdi mesela. Yani hediye 
	vermeyi de almayı da seviyorum, zenginleşme böyle oluyor. Dergilere gelince, 
	akademik dergilerin dışında bir kere edebiyat dergilerini karıştırmayı 
	seviyorum. Yeni şairler neyi nasıl yazıyorlar diye bakıyorum, ne dediklerini 
	anlayayım istiyorum. 35 yıldır fotoğraf çekiyorum. Atlas dergisine aboneyim. 
	Ayrıca branşımla ilgili bir dergi koleksiyonum var. Küpür kesip biriktirme 
	alışkanlığım da devam ediyor. Kırk yıllık dosyalarım var. İlk zamanlarda 
	onları defterlere yapıtırırdım. Hatta Muhammed Ali Clay ile ilgili böyle bir 
	kırk yıllık defter var mesela, gazete ve dergilerden kesip biriktirdiğim 
	haberleriyle ilgili. Arşiv geleneğinizi tamamlayıcı bu örnekten 
	sonra, kitaplarınızla ilgili size özel bir aidiyet kaygınız olduğunu 
	düşünerek sormak isteriz: Onlara tarih ya da özel notlar düşer misiniz? 
	İstanbul’dan bu yana düzenli olarak kitap alıyor ve saklıyorum. Genellikle 
	isim, imza ve tarih olur kitaplarımda. İlk tarih 1964. Bu arada nadirdi, 
	“öğrenci olarak aldığım son kitap” diye not düştüğüm Cemil Meriç’in 
	Mağaradakiler’i geldi şimdi aklıma. Din ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak 
	1974’de gittiğim Şebinkarahisar’dan da böyle bir not var. “Şebinkarahisar’da 
	aldığım ilk kitaptır” diye askerlik sonrası mecburi hizmetimi Erzurum 
	İspir’de yaptığım dönemden de benzer örnekler olmalı. Yazarların imzalarına 
	önem veririm.  Muhakkak tüm eserleriniz çok değerli ama, son 
	olarak unutulan ve neredeyse cami avlusuna bırakılmışçasına terk edilen 
	mektup formunda kaleme aldığınız “Gönül” ve “Mahabbet” mektuplarınız için 
	birkaç söz söylemenizi dilesek… Mektuplar sahiplerine ulaştı mı ve size 
	nasıl ne şekilde döndü? Gönül mektupları ikinci baskısını yaptı. 
	Mahabbet Mektuplarını karşılıksız olarak Fakültemizin mezunlar derneğine 
	verdim. Dağıtımında problem var zannediyorum. Dağıtım iyi olmayınca olmuyor. 
	Aldığım tepkiler güzel. Yukarıdaki sorunuzda ifade buyurduğunuz gibi “ döne 
	döne okuduğunu” söyleyenler var. Kitaplarımla ilgili bir tavrım da şudur: 
	evlenen her öğrencime bir kitabımı imzalarım. Bir kitabı nişanda, ikincisini 
	düğünde alan da çoktur.  Çok teşekkür ederim Mustafa Bey. 
	   |