| 
    
      | 
    
	      Ulucami karşısından 
	Maksem’e doğru çıkan cadde üzerinde Bursa’nın en varlıklı ailelerinin evleri 
	vardı. Bunların bir kısmı rahatlıkla konak olarak anılabilecek kadar 
	görkemliydi. Arkadaşım Tekin’in ailesi de bu caddeye çıkan bir sokakta 
	otururdu. Onların evine bir hayli yakın bir mesafede Kadifeli Kahve vardı. 
	Bu kahve kapısından penceresine, camından çerçevesine, döşemesinden tavanına 
	anlatılamayacak kadar şık bir kahveydi. Bütün peykleri siyah ve üstü kızıl 
	kadife minder, peyke arkalıkları da keza aynı kadifeden döşenmiş olduğu 
	gibi; duvarlar koca koca aynalarla süslüydü. Aynalar arasındaki duvar 
	boşlukları dahi o kızıl kadife ile kaplanmıştı. Kahvenin en dibindeki ocak, 
	kim bilir günde kaç kez kaol ile parlatılırdı ki; ışıl ışıl yanar ve taa 
	sokağın dışına bu ışıltılar aksederdi.                             
	                                  
	Bülent Akkurt (1925-2014)
       Tuzpazarı’nda kuru 
	kahvecinin hemen yanından yukarıya, ana caddeye doğru sapmış olduğunuz 
	sokağın adı bir samanlar Simkeş Sokağı idi. Sokağın adı sonradan Arapçadan 
	Türkçeye çevrilerek Gümüşçeken olarak değiştirildi. Belki de bir zamanlar 
	burada gümüş işçiliğinde çalışan ustalar ve atölyeler vardı. Simkeş Sokağı’a 
	girdiğiniz zaman 40-50 adım kadar sonra sol yukarı doğru bir yol ayrılırdı. 
	Sanırım o yol ileride, sonraları yapılacak olan Halkevi’nin arkalarına bir 
	yere çıkardı. O köşede 
	Uludağ gazozlarının imalathanesi vardı. Önceleri adı 
	Nilüfer gazozu muydu, neydi, tam hatırlayamıyorum. Sıcak yaz günlerinde 
	imalathanenin sokak tarafına açık olan pencerelerinden gazozların şişelenme 
	aşamasını izlerdik…. Simkeş Sokağı’ndan yukarı, Atatürk Caddesi’ne doğru 
	çıkarsanız biraz ileride sağ tarafta ilk olarak Kolağası İsmail Efendi’nin 
	evini görürdünüz. Biraz daha yukarıda sol tarafta bir Terkos çeşmesi, onun 
	yakınlarında da küçük bir cami ve mezarlık vardı. 1930-40’larda Bursa 
	emekliler şehriydi. Doğal güzellikleri ve ucuz bir şehir oluşu bunun en 
	büyük nedenleriydi. Temiz, bakımlı, düzenli trafiği ve rahat şehir içi 
	ulaşımıyla huzur içinde yaşanacak bir büyük kent görünümündeydi. Bursa’nın 
	İstanbul ile bağlantısı daha çok Mudanya üzerinden olurdu. Yalova hattı, 
	kara yolunun çok virajlı ve uzun oluşu yüzünden itibar görmezdi. Mudanya 
	otobüsle 40-45 dakika sürer, ardından deniz yolculuğu başlardı. Sus, Trak ve 
	Marakaz vapurları hizmete girinceye kadar Gülcemal, Gülnihal serisi 
	vapurlarla yapılan gece yolculuğu ertesi sabah erken saatte sizi İstanbul’a 
	ulaştırırdı.     Ulucami’den Setbaşı’na uzanan cadde 
	üzerinde bulunan ve Uludağ eteklerine doğru çıkan tüm sokaklar bir zamanlar 
	Temenyeri denilen mahalleye ulaşırdı. Temenyeri, meyve bahçeleriyle dolu 
	Bursa Ovası’nı tepeden gören koskoca bir mesire yeriydi. Bursalılar 
	özellikle Pazar günleri çoluk çocuk, evde hazırlanmış nevaleleriyle 
	Temenyeri’ne çıkarak piknik yaparlardı. O zamanlar piknik deyimi bilinmezdi, 
	buna kır gezintisi denirdi.     O yıllarda stüdyo 
	fotoğrafı çektirmek aile geleneğiydi. Bursa’da 2-3 güzel stüdyo vardı. 
	Heykel’den Setbaşı’na giden yolun sol tarafında Foto Yıldız, bundan 80-100 
	metre sonra da Foto Rekor vardı. Bir de Foto Spor olduğunu biliyorum ama yerini 
	hatırlayamıyorum.     1941’de Atatürk Caddesi üzerinde, 
	belediye binasının karşısında, rahatça konak olarak adlandırılabilecek büyük 
	ahşap bir evin üst katına kiracı olarak taşındık. Bu evin Şehbenderler 
	sülalesinin evlerinden biri olduğu söyleniyordu. Yaz akşamları Bursalılar 
	Atatürk Caddesinde gezintiye çıkarlar, kalabalık evimizin önünden sel gibi 
	akardı. Karşımızdaki belediye bahçesi bir yazlık gazino idi. Gazinonun 
	sahnesi de tam karşı duvarın dibine kurulmuş olduğu için evimize bakardı. 
	Kısa bir süre sonra oturduğumuz köşkün büyük bahçesi de kiralanarak bir 
	gazinoya çevrildi. Yeni gazinonun adı Çağlayan Gazinosuydu, onun da 
	sahnesini görebiliyorduk. İki gazino arasında büyük bir rekabet başlamıştı. 
	Safiye Ayla, Muala Gökçer, Mualla Mukadder o dönemin en gözde assolistleri 
	olarak sahne alıyorlardı. Hafız Burhan da arada bir, gür sesiyle evimizin 
	camlarını titretiyordu. Bizim taşınmamızdan sonra o köşk otel olarak hizmet 
	verdi, adı da, şayet yanılmıyorsam Güven Oteli idi.         
	       
	Bursa denilince akla ilk gelenlerden biri de hamamlardır. Söylendiğine göre 
	Bursa hamamlarının tümünün birer perisi vardı. Perilerin kiminin keçi, 
	kiminin yılan, kiminin su samuru, kiminin guguk kuşu olduğu; her sabah 
	hamamcının yaktığı tütsü ile çekildiği; bu nedenle gün boyu kimseye 
	görünmediği söylenirdi. Banyo yaptığımız, doya doya yüzdüğümüz o güzel 
	hamamın gizemine ortak olmak bizlere büyük bir mutluluk verirdi.      
	Bursa çok değerli sanatçılar, politikacılar, iş adamları yetiştirmiştir. Bu, 
	elbette kıvanç vericidir ama daha önemlisi: Bursa, kadınıyla, erkeğiyle 
	dürüst, namuslu, faziletli, çalışkan insanlar yetiştirmiştir. Sanırım, 
	Bursalılar için esas övünülmesi gereken de budur.    
	 Kaynak: Bülent Akkurt / Bir Zamanlar 
	Bursa’da / Bursa Osmangazi Rotaract Kulübü yayınları, 1998, s. 23, 41, 43  |