| 
   |  | 
 
                                                                       
	Söyleşen: 
	Nezaket ÖZDEMİR
 Sayın Akçay, mimarinin güzel sanatlar kavramı 
	çerçevesinde, ayakta durabilen eserler üretilen, yani estetik kaygılar 
	yanında statik kaygılar da güden bir dal olduğu kuşkusuz. Bu düşünce 
	çerçevesinden bakınca her bina değerlidir. Bir müellifi var ve bir imzaya 
	dayanıyor. Bu imzalardan bazıları ekol olma vasfını taşıyor. Mimarlık 
	tarihimizde bu isimlerden biri de Mimar Sinan. Bugün sizinle Mimar Sinan’ın 
	Bursa’daki tek eseri denilen Galle Han üzerinden bir mimarlık sohbeti 
	gerçekleştirmek istiyorum. Öncelikle, söylendiği gibi Galle Han, Sinan’ın 
	Bursa’daki tek eseri mi?
 Mimar Sinan’ın eserlerini tespit 
	edebildiğimiz 4 tane yazma eser var. Bunlar 1987 yılında Abdullah Kuran 
	tarafından günümüz Türkçesiyle yayınlanmıştı. Mimar Sinan’ın eserleri 
	hakkında çok aydınlatıcı bilgiler veren diğer bir eser, Yrd. Doç Dr. Zeki 
	Sönmez’in kitabı. Mimar Sinan Üniversitesi tarafından yayınlanan Mimar Sinan 
	ile İlgili Tarihi Yazmalar-Belgeler isimli bu kitapta Sinan’ın bütün 
	eserlerinin listesi bulunuyor. Bir de “Adsız Kitap,” var. Yazarı belli 
	olmadığı için böyle anılıyor, ama Sinan’a atfediliyor. Bunların 
	incelenmesinden Sinan’ın Bursa’da 3 eseri olduğu sonucunu çıkarıyoruz. 
	Birincisi Yeni Tahıl Hanı veya Ali Paşa Kervansarayı. Diğeri İznik’te. Orhan 
	Gazi’nin İznik’i fethettiği zaman Ayasofya Kilisesi camiye çevrilmiş ve 
	Orhan Camisi adı verilmiş olan ya da Camii Atik olarak anılan camidir. 
	Kanuni döneminde Sinan’ın bu caminin minaresini ilave ettiği söylenir. Ama 
	kaynaklar, Sinan’ın camiyi tamamen yeniden ayağa kaldırdığını ve bir minare 
	eklediğini göstermektedir. Üçüncü eser Yenişehir’de. Akbıyık Köyü 
	yakınlarında Dibek isimli eski bir köyde bulunan Rüstem Paşa Kervansarayı. 
	Tabii günümüzde tamamen viran bir halde.
 
  
    İlk dönem Osmanlı anıtsal eserlerinin bulunduğu Bursa’dan Sinan ne 
	almıştır? İlk dönem Osmanlı Mimarisi’nin Sinan’ın “Sinan”oluşunda bir 
	katkısı var mıdır? Mimar Sinan ekolünde ilk dönemin herhangi bir esintisi 
	görülüyor mu?Elbette. Sinan, Ser Mimaranı Hassa’dır. Yani 
	Hassa mimarlarının başı, demektir. Kamu mimarı demektir. Sinan mimaride çok 
	önemli, devrimsel nitelikte büyük atılımlar yapmıştır. Ama bunlar 
	kendisinden önce gelen başka mimarların geldiği noktanın üstüne inşa 
	edilmiştir. Bursa’ya gelirsek, Orhan Camisi, tek kubbeli bir cami. Büyük 
	açıklıkların geçildiği sistemin başlangıcıdır. Bu akım, İstanbul’da 
	Şehzadebaşı Camisi ile sürer. Taşıyıcı sistem üzerindeki bu gelişme Sinan’la 
	birlikte Beyazıt Camisi’nde ve Süleymaniye’de devam etmiş, Selimiye 
	Camisi’nde doruk noktaya ulaşmıştır. Bursa’daki camiler “T” planlıdır. 
	Ortada bir kubbe, iki yana açılan kanatlar ve kıblenin karşısındaki giriş 
	kısmı. Sinan’ın yaptığı planlarla “Haç Sistemi” geliştirilmiştir. Yan kubbe 
	ve destekleyiciler yoktur. Sekiz tane paye üzerine tek kubbe ile büyük 
	açıklıklar geçilmiştir. Mısır’da 641 yılında yapılmış olan Amr bin el-As 
	Camisi, Afrika’da ilk yapılan camidir. Çatıyı 1000 kubbe ile kapatmışlar. Bu 
	sistemin gelişmişi Ulucami’dir. Ulucami’de kubbeler bina içindeki 12 ayak 
	üzerine inşa edilmiştir. Bina içindeki sütunları kaldırma Orhan Camisi ile 
	başlıyor. Sinan’ın kendisinden öncekilerden teknik olarak bir şeyler aldığı 
	kuşkusuz. Ama sonuç olarak özgün bir sistem geliştirmiş. Diğer yandan Ali 
	Paşa Kervansaray’ında Sinan’ın mimariye bakışındaki açıklık ziyadesiyle 
	görülmektedir. Nedir açıklık? Mesela taşıyıcı yapıya baktığınızda Sinan 
	yapısında bu hemen görülür. Tuğla ile örülmüş tonozların yapısı hemen 
	okunur. Birçok yerde sıvanmamıştır. O güzel tuğla örgüleri görünür, Sinan 
	gizlemez. Nitekim eski Bizans ve Roma’dan kalan taşları, mermerleri, daha 
	sonra yapılan yapılarda mimarlar söküp yeniden kullanmışlardır. Ama taşın 
	bir yüzündeki haçı, diğer mimarlar içe doğru kullanıp gizlerken, Sinan bu 
	haçı dışarıdan görülecek biçimde kullanmıştır. Sinan’ın yapılarında her şey 
	ortadadır, bir şey gizlemez. Böyle bir açıklık ve dürüstlük var. Ama han 
	günümüzde çok tahrip olmuş tabii içine iş hanı bile yapılmış.
 Peki Buradan Galle Han’a gelelim mi? Neden Galle Han demişler?
 Kapan Hanı ya da Yeni Tahıl Hanı da diyorlar ama şuradan başlamak gerek, 
	bir defa o hanın adı Ali Paşa Kervansarayı. 16. yüzyılda Kanuni'nin 
	sadrazamlarından Semiz Alizade Paşa tarafından buğday, arpa gibi tahılların 
	satıldığı bir nevi borsa olarak yapılmış. Bu konu Orta Doğu Teknik 
	Üniversitesi’nde benim de jürisinde bulunduğum bir akademik çalışmada 
	incelendi. O yıllarda Bursa ticari olarak çok canlı bir merkez. 
	Kervancıların konaklayacağı yerlere ihtiyaç var. Bu düşünceyle yapılmış bir 
	han.
 Bursa’nın ilk kadastro planı 1857 yılında Suphi Bey 
	tarafından çizilmiş ve 1862 yılında bu plan bastırılmış. Bu haritada Ali 
	Paşa Kervansarayı’nı bütün ihtişamıyla görebiliyoruz. Suphi Bey Haritası’na 
	baktığımızda, Deveciler Mezarlığı’na komşu yeşil bir alanın ortasında, 
	avlusunda da büyük çınarlar ve İznik çinileri ile bezeli bir çeşmesi olan 
	özgün bir yapı. Felaket, 1903-1906 yılları arasında Vali Mahmud Reşid Paşa 
	döneminde o zamanki adıyla Hamidiye Caddesi, daha sonra Meşrutiyet Caddesi, 
	bugün Cumhuriyet Caddesi bildiğimiz cadde açılıyor. Devamını sizden 
	öğrenebilir miyiz?
 Felaket sözü doğru ama caddenin 
	açılmasından sadece Ali Paşa Kervansarayı değil Pirinç Hanı ve Perşembe 
	Hamamı da zarar görmüştür. Yalnız cadde, Pirinç Hanı’nın bir köşesinden 
	geçmiş, Ali Paşa Kervansarayı’nı ise göbeğinden ikiye bölmüştür. Pirinç 
	Hanı’nın köşesinden 3 modülün gittiği görülüyor. Burası öyle değil. Cadde, 
	hanın tam ortasından, avlusundan geçiyor, böylece hanın bir bölümü caddenin 
	bir yanında, diğer yarısı da caddenin diğer yanında kalıyor. Bu yıkımın 
	nedenlerine bakarsak, birincisi 1855 depreminin etkisi. Şehirde çok büyük 
	tahribat olmuş, üstüne bir de yangın eklenmiş. Sonra o dönemde koruma 
	anlayışı gelişmiş değil. Sinan’ın yapısında bile Kyzikos’un mermerlerinden 
	üretilmiş kireçler kullanılmış. Yani o dönemlerde kimsenin eski yapıları 
	koruyalım diye bir derdi yok. Dünya’da korumacılık anlayışı, 1. Dünya Savaşı 
	sonrası 1930 Atina Anlaşması ile başlar. Bu anlaşmada birinci madde şöyle. 
	Bir yol açacaksanız diyor; güzergâhta bir tarihi eser varsa, mümkünse yolu 
	başka yöne çevirin. Çeviremiyorsanız, yolu tarihi eserin yanından veya 
	altından geçirin. Onu da başaramıyorsanız binayı ancak yıkabilirsiniz. Bu 
	madde 1930’daki anlayışı göstermektedir. Günümüzde ise böyle bir şeyin 
	kabullenilmesi mümkün değil. Yıkamazsınız.
 Cumhuriyet 
	Caddesi’nin açılmasını 1855 depremi sonrasında yaşanan tahribata 
	bağlıyorsunuz! Tarihler uymuyor ama bu yıkımı Sultan Abdülaziz’in kente 
	gelişiyle de ilişkilendirenler var.
 Şehir efsanesi bunlar. 
	Ahmet Vefik Paşa için de söylerler… Pazar günü binermiş arabasına şehrin 
	içlerine doğru sürermiş, araba bir köşeden dönemeyince, “Valinin arabası 
	geçemiyor yıkın burayı,” dermiş. İki amele gelip derhal o binayı yıkarmış. 
	Yolları öyle genişletirmiş. Olmaz böyle şey. Şehir efsanesi bunlar. Sonuç 
	olarak Cumhuriyet Caddesi dar bir sokak iken, deprem olmuş, sokağın da 
	genişletilmesi gerekiyormuş, kimi binaları yıkıp yolu genişletmişler. 
	Kültürpark’ın yapılması gibi. Yunanlılar yakmasaydı o alanı, Kültürpark 
	olacak mıydı? Orada koskocaman bir yeşil alan yaratılır mıydı? Bu durum, bir 
	fırsatı değerlendirme anlayışı. Yoksa gidip de şu binayı yıkalım 
	dememişlerdir.
 Felaket dedik ama kasıt tespit edemedik. 
	Devamına baktığımızda hanın büyük bölümü 1903 yılında yıkılmış, ama Dini ve 
	Kültürel Anıtlar Envanteri’nde kaydı var, Eski Tahal Hanı olarak geçiyor. 
	Kurulun bir de ilke kararı var, “...Mevcut kalıntılar Tahal Hanı’nın bütün 
	strüktür ve stilini ifade etmekte olduğundan muhafazasına ve tamamlanarak, 
	çarsıdaki diğer hanlar gibi yeniden inşası yolunun aranmasına...” deniliyor. 
	Ticari kimlik taşıyan anıtsal, tescilli bir eser. Burada belediyeye “bu 
	binaya sahip çık, onar” mesajı veriliyor. Ama han ortadan ikiye ayrılmış, bu 
	mümkün müdür?
 İstenirse mümkündür. Neden olmasın? Bakın, 
	çok ilginçtir. Bu tür hanlarda hücreler yan yana gelir biliyorsunuz. 
	Cumhuriyet Caddesi’nin üst tarafındaki kısımda o hücreleri net olarak 
	görebiliyorsunuz. Ben bizzat inceledim, o modüller duruyor. Ama Han’ı 
	yeniden ihya etmek için cadde sorununu çözmeniz lazım. Bu konuda 
	tartışılabilir ve çeşitli çözümler üretilebilir. Batıda olsa yolu çökertir 
	Han’ın altına alır, üstünde Hanı ihya edersiniz. Türkiye’de bu koruma 
	konusu, maddi imkânlar da çok geniş olmadığı için geleceğe bırakılıyor. 
	Örneğin arkeologların duayeni Ekrem Akurgal, zamanın tahribatına uğramasın 
	diye kazdığı yeri kapatırdı. Krokilerini çizer, kodlarını alır, toprağı 
	tekrar örter, öyle terk ederdi. Toprak korur.
 Günümüze biraz 
	daha yakınlaşırsak 2006 yılında kentsel sit alanı projesi çerçevesinde 
	tarihi hanların yenilenmesi söz konusu oluyor. Günümüzde restorasyon 
	tamamlanmış durumda. Tarihi kemer her ne kadar Tahıl Sokak’ın üzerinde 
	duruyor ise de sokak işlevini görüyor. Bu restorasyona nasıl bakıyorsunuz?
 Buna restorasyon değil geçici olarak süsleme diyebiliriz. Çünkü restore 
	ediyoruz diyerek, yapılan onarımın hanın orjinali ile ilgisi yok. Hanın asıl 
	yapısı değil, etrafında sonradan teşekkül etmiş ahşap dükkânlar, yine ahşap 
	olarak ama daha temiz olarak elden geçirilmiş durumda. Böyle restorasyon 
	olmaz. Görünüşe göre sanırım yapacak başka bir şey bulamadılar.
 Sizin Ali Paşa Kervansarayı için bir hayaliniz var mı?
 Elbette. Tiyatro dekoru yapar gibi, dışarıdan görüntüyü düzelttiler. 
	Yaptıkları odur. Ama benim hayalim tabii yol konusunun halledilmesi ve hanın 
	ilk günkü haline getirilmesidir. Çünkü simgesel değeri de olan bir Sinan 
	yapısıdır. Bursa buna sahip çıksın isterim. Bunun üzerinde çalışmak lazım. 
	Yeterli maddi olanağa sahip olabildiğiniz anda çözülmeyecek bir konu değil. 
	Kafamda bir takım şekillendirmeler olsa bile bunu şimdi açıklamak istemem. 
	Ama çözümlenebilir, her şey mümkündür.
 Kentsel imar 
	hareketlerinde tarihi eserlere yasalarla sağlanan koruma Bursa’da ne kadar 
	etkili?
 Korumacılık, bir kültür birikimi ve aydınlanma 
	sonucu oluşuyor. Bakınız 1900’lü yılların başı, Avrupa’da bile az önce 
	anlattığım gibi korumacılık düşüncesi yokken Mehmet Akif ne demiş,
 “Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
 Onu en çolpa herifler de 
	emin ol becerir.
 Sade sen gösteriver “işte budur kubbe” diye.
 İki 
	ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
 
 Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat, o 
	zaman,
 Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.”
 
 Şimdi gerçek 
	dünyaya dönersek, 1963 yılında Avrupa Konseyi çerçevesinde kurulmuş 
	uluslararası bir örgüt var. Avrupa çapında 50 ülkeden 250 sivil toplum 
	kuruluşunu birleştiren, uluslararası kültürel miras koruma örgütleri 
	federasyonu, Europa Nostra. Koruma konusunda Avrupa’da hatta dünyada önde 
	gelen bir kurum. Bu kurumun Bilimsel Kurul Başkanı Prof. mimar Gianni 
	Perbellini Bursa’yı gezerken, restore edilen Saltanat Kapısı’nı gördüğünde 
	çılgına döndü. “24 saat içinde yıkılmalı. Böyle bir restorasyon anlayışı 
	dünyanın hiçbir yerinde yok,” dedi. Biz restorasyon konusunu da doğru düzgün 
	yapamıyoruz. Ytong taşlarla, kesme taşlarla kale duvarı örülür mü? Son 
	dönemde restorasyona büyük paralar ayrıldı. Kamulaştırmalar yapılarak, 
	binaların etrafı açıldı. Aydınlatmalar yapıldı. Çok güzel, yöneticilerin 
	koruma bilinci eğilimi içinde olması çok iyi. Ama restorasyonu doğru yapmak 
	lazım. Mesela Bâlibey Han’ın yanındaki kırk merdivenlerin yerine yapılan 
	yürüyen merdivenler. Efendim, ihtiyarlar inip çıkacakmış! Olur mu böyle şey? 
	O bütünlüğün içinde yürüyen merdivenin ne işi var? Siyasilerimiz büyük 
	ölçüde, “ben yaptım oldu,” hareketi içinde olduğundan hiçbir plan, hiçbir 
	kanun tarihi eserlerimizi koruyamıyor. Yetkili kurulların görüşlerine itibar 
	etmiyorlar.
 Bu durumda kentsel sit alanları ve tarihi 
	eserlerimizi koruyarak sürdürülebilir kentleşmenin yolu var mı?
 Vaktiyle bu konuda bir hayli tartışma yapmıştık ve ağırlıklı görüş şöyle 
	gelişmişti. Türkiye’de şu anda mevcut illerin içinde Zonguldak hariç hepsi 
	eski kentlerdir. Zonguldak, Cumhuriyet Dönemi’nde kurulmuştur. Bu anlamda 
	kentlerimizde, kent merkezlerinin hepsinde imar planı değil, koruma amaçlı 
	imar planı yapılmalıdır. Çözüm budur. Bütün kentlerimizde eski eserlerimizi 
	gözden kaçırmadan, eski eser dokularının kentsel doku içinde varlığının 
	nasıl sürdürüleceğini belirleyen koruma amaçlı imar planı ile 
	yapılaşmalıdır. Bakınız, Amsterdam Belediyesi’nin 257 sayfalık bir imar 
	planı yönetmeliği var. Birinci sayfasında, birinci maddesi ne diyor biliyor 
	musunuz? Bu yönetmelik koşullarına göre yapılaşması düzenlenecek olan 
	Amsterdam kenti sınırları içinde yeni inşaat yapılamaz. Dakika 1 gol 1. 
	Ondan sonraki 240 sayfa nasıl korursun, nasıl restore edersin bunu tarif 
	ediyor. Son 17 sayfada ise şu var. 30 km ilerde yeni bir yerleşim alanı 
	saptamışlar, yolunu, elektriğini, alt yapısını götürmüşler. Yeni inşaat 
	yapacaksan git orada yap, bu son 17 sayfadaki koşullara uy, diyorlar. 
	Böylece eski Avrupa kentlerinin çevresinde çağdaş mimarlık akımını yansıtan 
	yeni kentler oluştu. Sonuç nedir biliyor musunuz? İtalya’da bir kent, 
	Portofino kenti, şarkısı dillere destandır. 1905 yılından beri hane sayısı 
	artmamış. Yeni bina yapımına izin vermemişler. Ama kentin 30 km yakınında 
	yeni muazzam bir turistik kent kurulmuş. Turist yeni kurulan kentte kalıyor, 
	ama akşamları sahildeki balıkçı restoranlarına gelip, yemek yiyor, servet 
	ödeyip ayrılıyor. Bu kadar basit. Çözüm bu. Koza Han’ın içine bakın, 
	doğramalar, metal aksesuarlar ile süslemeler mevcut. Bunların hepsi zaman 
	içinde bulunduğu yere zarar verir duruma geliyor. Bunların arasında asıl 
	görsel güzellikler kayboluyor. Diğer yandan uygun mekân arayışı içinde olan 
	sanatsal faaliyetler de kayboluyor. O nedenle bunları birleştirmek lazım. 
	Mimarlık yalnız başına bir olgu değil ki. Yaşamsal bir bütünlüğün parçası. 
	Bunların içinde el sanatları var, hat sanatları, ebru, daha birçok sanat 
	var. Beş sene öncesine kadar üst sokakta bir adam semer yapıyordu. 
	Hayranlıkla izliyordum, gelip geçerken. Yok şimdi. Sanatını da kimseye 
	bırakamadı.
 Hanlar Bölgesi’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne 
	girmiş olması da bu mekanların korunmasında etken olabilir mi?
 Pek ihtimal vermiyorum. Belki turist sayısında artış olabilir. Mesela 
	son zamanlarda Avrupa Birliği içinde geliştirilen bir proje var. İpek Yolu 
	Projesi. İspanya’da ipekçilik tesisleri yeniden açıldı, ipekçilik otelini 
	açtı. İtalya’da ipek yolu üzerinde belli önlemler alındı. Yunanistan’da bu 
	çalışmalar devam ediyor. Türkiye’de henüz bir şey yok. Türkiye’de nerde 
	olacak? Bursa’da olacak. Gidip bakın, Yılmazipek fabrikaları çöksün diye 
	bekleniyor. Bakımsızlıktan çökecek. Sahipleri de adeta çöksün diye 
	uğraşıyor. Çökerse oraya blok apartmanlar yapılabilecek. Olmayacak şey 
	değil. Türkiye burası.
 Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 Son söz olarak, şunu eklemek isterim. Son yıllarda egemen olan anlayış, 
	gayrimenkulden rant sağlamak üzerine yapılandırılmıştır. Üretim 
	kaynaklarının çoğu kurumuştur. Türkiye gayrimenkul üzerinden gidiyor. Kent 
	imarı ve kentlerimizin sürdürülebilir bir gelişme içinde büyümesi çok 
	önemli. Bu nedenle yerel yönetimler meslek kuruluşları ve akademik 
	çevrelerle küs olamazlar. İyi geçinmeli ve onlardan yararlanmalıdır.
 
 Kaynak: 
	http://yesilbursadergisi.com/haber/mimar-bora-akcay-ile-mimar-sinanin-izini-surmek-749.html 
	(erişim: 12.2.2017)
 |