| 
    
      | 
    
	                                          
	                                                                                                                                             
	                                                                                                             
 
                                                                                                       
	
	
	Ali Aksoy 
	
        Önce Bursa Çağdaş Gazeteciler cemiyeti dergisi için 
	1992'de yazdığım ancak yayımlanmayan (25 Ocak 1992) bir yazıma yer veriyorum. Başlık : "Bursa Basınına Hariçten Gazel"     
	Anayasada yapılacak değişiklikle özel televizyonların yayına başlayacak 
	olması, Bursa basınını yeni bir krizin eşiğine getirdi. Özel televizyonların 
	yetenekli birkaç gazeteciyi transfer etmesi, gazetelerin zaten zayıf olan 
	içeriğine tuz biber ekecek. Konuyu biraz geriden almalı. 
	Bursa basınında temel kavşak 11 eylül 1974’te Bursa Hakimiyet’in yayıma 
	başlamasıdır. Yeni Ant ve Bursa’nın Sesi gazeteleri CHP ve merkez solu 
	arkalarken Hakimiyet ismini ön takıyla kullanan diğer gazeteler sağ 
	politikaları desteklemişti. Bursa Hakimiyet’in çıkışıyla il basınına 
	yıllardır egemen olan gazetecilik geleneği yıkıldı. Yerel özelliği ağır 
	basan ilkeler bir yana bırakılarak Bursa basını artık yabancı ilkelere 
	teslim oldu. Çünkü bursa Hakimiyet’in temelinde ve arkasında kökü dışarıda 
	olan Günaydın gazetesi vardı. Ve Günaydın kendi şablonunu Bursa’ya giydirdi. 
	Soralım, nasıl bir gazetedir Günaydın, şablonu nedir? Bu 
	sorulara en doğru yanıtı Ana Britannica veriyor: Günaydın, batı’da bulvar 
	gazetesi olarak bilinen çok renkli, ofset baskılı gazete türünün 
	Türkiye’deki öncüsü sayılır. Birinci sayfada büyük fotoğraflara ağırlık 
	verir, haberlerin başlık ve spotlarıyla yetinir. Günaydın bu tarzıyla kısa 
	sürede yüksek tiraja ulaştı. Magazin haberlerini büyüterek, okurun siyasi 
	iktidara karşı hoşnutsuzluğunu işleyerek bu tirajı korudu.     
	Ne var ki Günaydın okuru adeta “gazete bakıcısına” dönüştürdü. Kısa 
	haberlerle yetinen, yorumlara ve yazarlara değil, fotoğraflarına tiryaki 
	olan, vefasız, lümpen ve kuponcu okur tipi oluştu.     
	Günaydın’ın yarattığı beğeni kalıbı kendi başına bela oldu. Bu ekolden gelen 
	gazeteci kuşağı yeni teknikler ve sentezlerle Günaydın’ı geçtiler. O güne 
	kadar sadece Günaydın’ın yediği pastaya Sabah, Meydan, Tan, Bugün, Duvar 
	gazeteleri ortak oldular. Ah ne olurdu, Günaydın’ın dramı bizim Saruhan 
	Ayber’in başına patlamasaydı! Dönelim Bursa’ya.        1974 
	yazında Bursalı bir ortakla ilimizde gazete çıkarmaya karar veren Günaydın, 
	Bursa Hakimiyet’in başına Saruhan Ayber’i getirdi. Saruhan Ayber Bursalı 
	değildir. Bu saptama bizce çok önemli. İstanbul doğumlu Ayber’in dünyasında 
	Bursa yoktur. Gerçi işinin ehlidir, profesyonel bir gazetecidir ama Bursa’ya 
	iş icabı getirilmiştir.     On yıldan 
	fazla süredir yaşadığı Bursa’da Ayber’in yayım politikasına halkın çıkarları 
	değil, Günaydın gazetesini çıkarları egemen olmuştur. Yönettiği dönem 
	boyunca Bursa Hakimiyet’in içeriğini Bursa’nın tarihi, kültürü, güncel 
	sorunları ve çözüm önerileri doldurmuş değildir. Yani 300 bin nüfuslu 
	Bursa’da yerel gazetelerin gelirine Günaydın adeta ortakçı olmuştur. Kimi 
	gazeteciler Ayber’in diline pelesenk ettiği “en iyi münderecat (içindekiler) 
	ilandır” sözünü hiç unutmuyorlar. 
	
          
	Bursa Hakimiyet tam bir Günaydın benzeridir. Renkli ofset, ön sayfada 
	fotoğraflar ağır basıyor. Haberler kısacık, bol magazin, çok çok spor. 
	Vilayet, adliye, belediye ve polis muhabirlerinin 3-5 satırlık ve tercihen 
	fotoğraflı haberleri, ilçelerden gelen ve Ankara'dan ajanslarca geçilen 
	haberlerle bir araya getirilir ve basılır.       
	Bursa Hakimiyet’in 1976 sonrasındaki içeriğine tanığım. Bursa, Adalet 
	Partisi’nin kalesi olduğundan gazete, Günaydın gibi, Demirel’i eleştiren, 
	halkın siyasi hoşnutsuzluğuna yer veren bir kimlik hiç kazanmadı. Tersine, 
	“ne şiş yansın ne kebap” mantığıyla zülfüyare asla dokunmayan bir tutum 
	sergiledi. Özetle Bursa Hakimiyet, Saruhan Ayber'in yönetiminde yayım kalitesi ve içerik olarak hep “kolay gazete” oldu. 
	Uzun zahmetlerle kotarılmış yazılar, araştırma dizileri, cesur çıkışlar ve 
	yerel basın tarihine geçen kalıcı 'yapıtlar' hiç çıkmadı 
	ortaya. 
	
          
	Mümin Gençoğlu’nun 1982’te Hakimiyet’i çıkartması, Bursa Hakimiyet’i olumsuz 
	etkiledi. Hakimiyet’in yayın yönetmenliğine Bursa’yı çok iyi bilen bir 
	Bursalı getirilmişti. Engin Özpınar gençliğinde solculukla dirsek teması 
	yaptığı gibi felsefe, sosyoloji, tiyatro ile yoğrulmuş bir kişiydi. 
	Yönetimindeki Hakimiyet, Bursa hakimiyet’ten daha dolu içerikle çıktı hep.     
	1982’de Hakimiyet çıkınca ertesi yıl Bursa Hakimiyet hele şükür yararlı bir 
	işe soyundu: Bursa Ansiklopedisi hazırlayıp okuyucularına kuponla vermek! 
	Nedir ki işin parasal boyutunu gazetenin kendisi değil Akbank 
	karşılayacaktır. Ansiklopediyi gazetede oluşturulacak ekiple çıkarmanın zor 
	olduğu anlaşılınca görev kentin tarihi ve toplumsal yapısını iyi bilen 
	Yılmaz Akkılıç’a verildi. 
	
                
	      1987 yılı 
	yerel basın için yine önemli bir kavşak oldu. Bursa Hakimiyet’i Celal Sönmez 
	devraldı. Yine o aşamada Bursa’nın ikinci büyük iş adamı Cavit Çağlar da 
	yeni bir gazete hazırlığına başladı. Onun çıkardığı gazetede Aybar ekolünden 
	gelen genç gazetecilerin çoğunlukta olduğunu görürüz. Ne var ki Olay, gerek 
	yapılanmasında gerekse ilkelerini saptarken bilinen ekole aynen bağlı 
	kalmadı. Daha değişik, yeni bir senteze ulaştı. Bu sentez, Ayber çizgisini 
	aşacaktır. Sağladığı başarı, olayın tirajına, etkinliğine, prestijine 
	yansıdı. Bir noktadan sonra olay geldiği düzeyle yetindi, kendini tekrara 
	başladı. Peki sentezindeki başarı neydi? Mazisinde solculuk olan birkaç 
	muhabiri ve iki köşe yazarını (Belkıs Önal, Yılmaz Akkılıç) saflarına 
	kazanmasıydı. Yani Olay daha çıkarken kendi içinde DYP_SHP koalisyonu 
	yaparak çıktı. Muhalefet yaparak geniş bir siyasi yelpazaye oturdu. Magazin 
	ve spor okurlarıyla vefasız kuponcular işin kreması oldu.     
	Celal Sönmez’in Bursa Hakimiyet’i ilk bir yıl sıkıntılar yaşadı. Saruhan Bey 
	artık İzmir’de idi. Apansız yaşanan eleman kırımı sonrası gazetenin başına 
	gelen bir “triumvira” ile iş yürüyemezdi. “Dünyasında Bursa olmayan 
	kişilerle Bursa’da gazetecilik yapılamaz” sözümde zaman beni haklı çıkardı.     
	Bugün 1991’de Bursa Hakimiyet’e soğukkanlılıkla baktığımızda şunu görüyoruz: 
	gazete Ayber ekolü çizgisini aynen sürdürüyor. Yetenekli birkaç genç kalemin 
	çabaları gazetenin niteliğini yeni, farklı ve başarılı kılmaya yetmiyor.     
	Yerel basındaki rekabette bir gazetenin yaptığını diğer gazetenin aynın 
	yapması ilginçtir. Özellikle Olay- Bursa Hakimiyet çekişmesinde bu açıkça 
	görülür: Olay’ın yaptıklarını kısa süre sonra Bursa Hakimiyet yapar. Örneğin 
	Olay iki yıl önce Yenigün’ü çıkardı. Bir süre sonra Bursa Hakimiyet 
	ekspres’i çıkardı. Yenigün günlük gazete olmaktan çıkıp Olay’ın Pazar günü 
	dergisi olunca, bursa Hakimiyet’in magazin eki Yaşayan Bursa Pazar dergisine 
	dönüştü. Yenigün’ün içeriğinde kültür sanat ağır basınca peşinden Ekspres 
	de. Aylık da olsa, Ekspres Sanat dergisini çıkarttı. Yorumu varın siz yapın.     
	İnsanı üzen başka bir konu. 1987’den sonra Bursa “küçük Babıali” olup 
	gazeteci sayısı artınca bu kişiler meslek örgütüne üye olmak istediler. 
	Fakat Bursa Gazeteciler Cemiyeti genç gazetecilerin hepsine kapılarını 
	açmaya ürktü. Kimi "solcu" gazetecilerden korktu mu nedir? Bu tutucu anlayış 
	Bursa Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti’nin kurulmasını zorunlu kıldı. 
	
          Sürekli tırnak içinde verdiğimiz 
	"solculuktan" kastımız şudur: Türkiye'de biraz basite indirgeyip 
	genellemeler yapaska, asıl solcu olması gereken işçiler solcu değil de, 
	onların yerine öğrenciliğinde kitaplarla fazla haşır neşir olmuş, orta sınıf 
	çocukları solcu oldular.  
	
          Bizim kasttetiğimiz boyutu işin kültürel 
	yönüdür. Geçmişte ülkenin az gelişmişliğine içerleyen ve geleneksel orta 
	sağın donanımsız ve doğulu yüzünü beğenmeyen aydınlar, darbeler sonrası 
	dönemlerde yaşanan ansiklopedi patlamasına bilgi ve birikimleriyle kaynaklık 
	ettikleri gibi, kalemleri ile de ülke basınına uyum sağlamakta yarar 
	görmüşlerdir. İşte istanbul basınının ünlü köşe yazarları, muhabirleri... 
	
         İslamcı sağ basın dışında, geleneksel orta sağ 
	basını önce Son Havadis, sonra Tercüman temsil etmiş, bu gazete yazarlarının 
	"daha sağcı" olanları Türkiye gazetesine geçince Tercüman çökmüştür. Ve 
	şurası çok ilginç: Türk seçmeni diğer tüm gazetelerin "eski solcu" 
	yazarlarının yorumlarını okuya okuya oylarını, kimliği sağ ama sağcıyız 
	diyemeyen, tersine "söylemi sol" bir partiye vermiştir. Bu parti DYP'dir. 
	
         Yerel basına dönüyoruz. Bursa basını sol kültürü 
	özümsemiş, kendini partisel çıkarlardan arındırmış, kentin ve halkın 
	sorunlarını bilen, hoşgörülü, elinden yazı işi gelen kişileri bulup 
	sayfalarına kazandırmalıdır. 
	Yerel basında gördüğümüz eksikler ve önerilerimize sıra geldi. Haberler 
	geleneksel ve rutin düzeyde kalıyor. Siyasi haberler dışındaki haberleri 
	muhabirler mesleğe ilk girdiklerinde sanki klişe yapmış, yıllardır 
	kullanıyorlar. Öyle ki sadece katilin ismi, ölenin ismi, kazaya karışan 
	arabaların plakaları, olay yeri ve tarih değişiyor. Bu durum mesleği çok 
	kolay yapılır gösterdiğinden Orta 2 veya lise 1 terkli gençler muhabirliğe 
	soyunabiliyor.     Haber muhabirlerinin 
	düzeyi zayıf. Kimi ilçe muhabirleri durumu idare ediyor. Örneğin gazetelerin 
	Orhangazi muhabirlerinin hiçbiri bu ilçeyi Keramet köyü altındaki ılıcayı, 
	çevrede yarım metre kar varken yüzen insanları fotoğraflayıp haber yapmayı 
	düşünmez. Böyle bir haber belki bir yatırımcını dikkatini çekecek ve bir 
	yatırım yapacak. Yani haber dediğin bir işe yaramalı…     
	Bursa'da az sayıda köşe yazarından her gün ayrı bir makale beklenmesi köşe yazarlarını 
	monotonluğa düşürmektedir. Kırk yıldır yazdıkları yazıları kırk sayfa ile 
	kitaplaştırmayan kimi yazarların görevi sadece “dolgu malzemesi” olmaktır. 
	Nüfusu bir milyona dayanan kentte, nüfusun üç yüz bin olduğu yıllardaki gibi 
	okuyucu mektuplarına yer verilmez. Oysa ulusal gazetelerde kimi Bursalıların 
	çok ilginç, güzel yazılarına rastlıyoruz. Yayın yönetmenlerinin konuk 
	yazarlara yer vermek, okuyucuya değişik “yazı tatları” kazandırmak gibi bir 
	çabası yok. Bir başka çok önemli eksiklik, ciddi 
	araştırma yazı dizileri olmaması. Kapısında “araştırmacı-yazar” sıfatı 
	taşıyan bir tek Yılmaz Akkılıç var ki o da geçmişte yaptığı bazı 
	araştırmaların üzerine yatmıştır artık. Mazideki Bursalı olmayan 
	yöneticileri mazur görmek mümkündür. Oysa bu ilin yetiştirdiği gazeteciler 
	Bursa’nın sorunlarını didik didik etmekle yükümlüdür. Hep söylerim: gazete 
	koleksiyonları içinde Kozabirlik, Marmarabirlik dosyaları yoktur. Bursa’nın 
	dağını, denizini, ovasını gördüğümüzden başka gözle görüp aktaracak dizilere 
	hasretiz. İl sınırlarında yaşayıp eli kalem tutan, sorunları gören, 
	önerileri olan okuyuculara bir forum ayrılıp halkla daha sıcak bağ 
	kurulmalı. Bursa halkını masada oturup poz veren magazin malzemesine 
	indirgemek yanlıştır.     Sadece 
	Ankara’daki parti kurultaylarına muhabir göndermek yetmez. Neden şu anda 
	Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinde, Makedonya’da muhabirler olmasın? Yazı 
	dizileri. Haberler her gün çıkmasın? Yerel düzeyde ıskalanan kimi konular 
	var. Örneğin politikaya küsen Abdülkadir Cenkçiler'in dünyası ve gölemleri 
	nedir? Demirel'de gözlenen değişimlerden sonra da Mustafakemalpaşa'daki bir 
	Ali Elverdi'yi bulup konuşturmak ilginç olur sanırım.     
	Özetle: Bursa basının temel sorunu farklı okuyucu kesimlerine yönelik farklı 
	gazeteler yaratamamak. Yerel nabzı iyi tanıyıp bağ kuramamak. On beş yirmi 
	yıl önceki ekolün etkisinden kurtulamayanların yanında, kısmen 
	kurtulmuşların bilinçsiz rahatlığı. * * *     
	Şimdi bu yazımdan sonra geçen beş yılın öyküsüne gelelim. 2000 yılına iki 
	kala il genelinde nüfusu üç milyonu bulan Bursa’da yerel basının günlük 
	tirajı otuz bin. Hani ne derler. Yeme de yanında yat! Oran? Yüzde bir! Sorun 
	elbette yerele özgü olmayıp tüm Türk basınının sorunu. Fakat okuyuculara 
	“promosyon” gibi cici bir ad altında, gazeteyi almaları için düpedüz rüşvet 
	verilirse, tirajlar o rüşvet kampanyası boyunca kıpırdıyor, promosyon 
	bitince tepetaklak aşağı gidiyor. Okuyuculara Schlafgut (Almanca iyi uyu) 
	çarşafı verirseniz okuyucular uyur ve gazete almaya gerek duymazlar. Bu 
	halkı politikacılar uyutuyor, tarikatçılar uyutuyor da basın niye uyutmasın 
	ki?      Son beş yıla bakarsak farklı bir 
	şey yok. Sadece köşe yazarlarının sayısı arttı. Laz fıkralı, karikatürlü, 
	yerel politikacılara takılmalı ve “günün sözü” buluşlu! Kokteyl köşeler 
	çoğaldı. Magazin sayfalarında yine oturuşuyla “derin frikik” veren genç ve 
	güzel hanımlara rağbet edilmekte. Olay’da yayım yönetmeni Engin Özpınar’ın 
	oturttuğu çizgiyi bu kez Erol Bilenser yönetimi sürdürüyor. Bursa 2000’in 
	yayım yönetmenliğine yine Saruhan Ayber getirildi. Gazete kendi ekolünü 
	korumakla birlikte, gençliğinde sol görüşlü olmuş kişileri bünyesine 
	katmakta. Bu nokta beş yıl önce eleştirdiğimiz bir yöndü. Eksikliğini 
	eleştirdiğimiz Bursalı aydın ve okuyuculardan yazı derleme işine “Düşünce 
	Koridorları” ile artık yer verilmekte. Bursa haber gazetesine gelince: en 
	ağır topu Levent Gencelli’nin çabaları, çevreci tutumlarının güzelliği 
	dışında, “futbol özürlü” bir yönetim mantığıyla, “Ne ka gazete o ka tiraj”! 
	Bursa basınında hala bir sendikalılaşma arayışı yok.  
	
         Türk basını treni şu noktada kaçırdı: çok partiye 
	geçişle birlikte devletin terk ettiği "çağdaş toplum- çağdaş insan- çağdaş 
	kültür" politikasını hükümetlere rağmen basın izleyebilirdi. İzlemediler 
	(Cumhuriyet gazetesi hariç). Ve şimdi millet basamağına çıkmış bir toplum, 
	tekrar ümmet basamağına geri çağrılıyor. Salt çağrılmak mı? Düpedüz geriye 
	çekiliyor! 
	
	     
	Burjuva sözcüğünü, üniversite öğrencisiyken kapital sahiplerini aşağılamak 
	için kullanırdık. Burjuva olmanın önemini çok sonra yaşayarak öğrendim. 
	Bursalı büyük sermaye sahiplerinin henüz bu taraklarda bezinin olmadığı 
	60’lı yıllarda, Sakıp Sabancı’nın, Vehbi Koç’un adamları Orhaneli, Keles ve 
	Uludağ’ın kimi köylerindeki kültürel değerleri toplayıp götürdüler. Onlar 
	şimdi Sabancı’nın Atlı Köşk’ü ile Koç’un Sadberk Hanım müzesinde. Bunu 
	Bursalı büyük iş adamlarını küçümsemek için değil, önemli bir noktada geç 
	kalındığını saptamak için söylüyoruz. Gerçi kimi kuruluşların Bursa 
	Festivali etkinliklerine yahut başka bazı kültürel çabalara destek 
	çıktıklarını görüyoruz ama… Aması var, şimdi düşünebiliyor musunuz: 1947’de 
	Bursa’da çıkan yeni Ant gazetesinde İlhami Soysal’ın yönettiği bir kültür 
	sanat sayfasına yer verilirken, elli yıl sonra bin bir albeniyle çıkan 
	gazetelerimizde aynı sayfaları asla göremiyoruz. Böyle bir sayfa için 
	Olay’da gözleri açık gitti Nahit Kayabaşı’nın! 
	
        Bursa 2000 gazetesi şimdilerde duyuru yapıyor, her gün 6 
	sayfa spor eki verecekmiş. Bir TV programında Sakip Sabancı'nın anlattıkları 
	geliyor aklıma: "Dünyanın değişik ülkelerinde Türkiye'nin en büyük 
	sanayicilerinden biriyim, diye söze başlayıp konuştum, anlattıklarımı 
	dinlediler. Ammağ, ne zaman ki Atlı Köşk'ten, Türk ressamlarının resimlerini 
	götürerek oralarda sergiler açtığımdan bahsettim... işte o zaman bir 
	sanayici olarak gördüğüm yakın ilgi ve alakanın çok, çok daha fevkinde saygı 
	gördüm". 
	
         Bizdeki spor bilinci halka yararlı olma ötesinde 
	afyon malzemesi yönüyle daha işlevseldir. Kimi maçlarda atılan "laik 
	Türkiye" sloganları bizi yanıltmamalı. Zira maç seyircilerinin bir bölümü 
	yaşları ilerleyip, çocukları evlenip, babaları ölüp, kalpleri tekler yaşa 
	gelince; bomboş kafayla katıldıkları ilk "dini muhabbet" toplantısında 
	hidayete ererek (!) irtica saflarına katılıyorlar. Gazetelerin geniş spor 
	sayfaları sıradan okuyucunun zaten bir gıdım olan "dünya merakını" futbolla 
	boğarak, kafalarını topa hapsederek, yobazlığa devşirilecek insanı 
	hazırlamakta. Nereden belli demeyin. Yarım yüzyıla yaklaşan ömrümde, 
	gençliğini sadece top budalası olarak geçirmiş insanları bugün ağarmış bir 
	kucak sakalla ve hacıyağı kokularıyla gerici saflarda militan olarak 
	görmekteyim. 
	
        Gazetelerin kültür ve sanata sağırlığının bir başka 
	yönü... Bursa'da 1997'de on bir edebiyat-kültür dergisi çıkıyor. Ortalama 
	beş yüz adet basılıyorlar, toplam 5500 eder. Bunun 2500'ünün satılmadığını 
	varsayalım, 3000 kalır. Bu şu demektir: yerel gazetelerin birisi nitelikli, 
	ciddi bir kültür sanat sayfası açtığında hem sayfaya girecek ürün bulabilir 
	hem de günlük iki bine yakın ek tiraj gelebilir. 
	
        Köşe yazarlarının büyük bölümü Allahlık. Nedir yaptıkları? 
	ANAP'lı Şemsettin Şen dedi ki: "estek köstek, estek köstek". Refahlı Semih 
	Pala dedi ki, "köstekli estek, köstekli estek". Yahut DYP'li Mustafa Bayrak 
	dedi ki, "şamşirini tirini, şamşirini tirini". Tamam, yerel siyaset bir köşe 
	yazarının ilgi alanıdır ama bu denli kolaycılık da olmaz ki! Haftanın 3-4 
	günü bunları yazıyorsunuz, bari 1-2 günü de yazılarınızda bir dil ve kültür 
	lezzeti bulunsun. Kimi gün Baudelaire'den bir dize, bazen Anton Çehov'dan 
	bir replik veya Balzac'tan bir ayrıntı bulunsun yazınızda.  
	
        Henüz bir ay dahi olmayan bir anımdır, yer vermenin şimdi tam 
	zamanı. Diriliş dergisini çıkartan Sezai Karakoç Diriliş Partisi'ni 
	kurmuştu. Genel seçime üst üste iki kez girmeyince Anayasa Mahkemesi partiyi 
	kapattı. Partinin Gemlik yönetiminde çalışmış bir dostumuz anlattı. 
	Refahçılar onu saflarına çağırmışlar. Sezai Karakoç kendisini davet eden, 
	Refah Partisi ilçe yönetimindeki emekli memura şöyle demiş. Soracağım birkaç 
	soruya vereceğiniz yanıtlar beni tatmin ederse, hay hay, sizin partiye 
	katılırım. Karşısındaki kendinden emin, "buyur sor" demiş.  
	
       -Bana en sevdiğin şairden ezbere bir şiir okur musun? Yanıt yok... 
	
      -Peki Abdülkadir Meragi kimdir? Adam sus pus...  
	
       -Peki Levni kim? Adamın yüzü aval aval... 
	
       Ya peki Bursalı Mehmet Tahir Bey kim? Yine çıt yok. 
	
       Sezai Bey patlamış: "Ben bütün bu adamları ve onların kültürünü 
	bilen, bu konularda sohbet edebileceğim insanlar arıyorum. Siz o partide 
	laiklere küfretmekten başka ne yapıyorsunuz? Aranızda işim yok!"  
	
        
	Bursa Hakimiyet’i ilk çıkardıkları yıllarda “Göbeğim çatladı” diyormuş 
	Saruhan Ayber, sadece top maç yazısı yazabilen adamlara köşe yazısı 
	yazdırabilmek için. Doğrudur. Zira yerel köşe yazarlarımız noktalama 
	işaretlerini ve yazım kurallarını son on yılda Nahit Kayabaşı’ndan 
	öğrendiler. Yazı adına insanın içinde cız eden büyük bir pot: koskoca 
	gazeteci Necati Akgün, anılarını anlattığı kitabın arka kapağındaki 
	biyografisinde, gün gelip fiziki saldırıya uğradığını yani dövüldüğünü 
	anlatmak isterken, cinsel çağrışımlara açık, (… belirsiz kişiler tarafından 
	tecavüze uğradım) diyebiliyor. Hayır yok böyle bir şey. Necat Beyin yaptığı 
	sürç-ü lisandır. Başına gelen hal, o metni Nahit’e göstermemek sadece. 
	
         Bursa basınının "allame kalemleri" rahat olsunlar, 
	onlarla aynı çağda, birbirine benzer gazetelerde yan yana yazmayacağız... 
	Sönmez'in, Çağlar'ın ve Gençoğlu'nun gazeteleri birer "imalathane" değildir. 
	Yayımlanması en az bir hafta sürecek, zeytincilik yapan köylerde 
	yankılanacak, parti yerel örgütlerinin hop oturup hop kalkacağı bir 
	"Marmarabirlik" dosyası hazırlayın da görelim... İpekçiliğin başkenti 
	Bursa'da bu işin neden öldüğünü saptayan bir Kozabirlik dosyası hazırlayın. 
	Bursa'da hampadan yaşamak olmaz. Örneğin Selçukhatun Mahallesi'nin adını 
	aldığı, Çelebi Mehmet'in kızı Selçuk Hatun'dan başlayıp onun öyküsünü, 
	kişiliğini daha yakından vermek için "Haremden Mektuplar" kitabından da 
	yararlanıp bazı mektuplara yer vererek.... Camisini, çeşmesini anlatarak. 
	Irgandı Köprüsü'nün öyküsü ile mahalledeki eski Fransız konsolosluğunu ve 
	Ahmet Haşim'in burayı ziyaretini unutmadan! Nazim Hikmet Bursa Cezaevi'nde 
	yatarken annesi Celile Hanım'ın bir kışı bu semtte bir ev tutarak 
	geçirdiğini de ıskalamadan şöyle dört başı mamur anlatın bakalım... Bursa'da 
	bir hayli Yahudi nüfus vardı, şimdi ne oldular? Etraflıca araştırıp 4-5 gün 
	yazınız bakalım!  
	
        Kentimizin mistik yanına hep sağcılar sahip çıkıyor diye 
	yakınıp duruyoruz. Tanpınar'ın "Beş Şehir"indeki Bursa'dan başlayarak 
	kentimizin mistik kültürüne sizler akılcı bir boyut katınız haydi. Mevlit 
	yazarı Süleyman Çelebi dahi aklından belki geçirmemişken, Yahya Kemal'in 
	tutup, "Mevlit'teki Amine Hatun sanki Bursalı bir nalıncının eşidir" derken: 
	İslamı nasıl Araplığından kurtarıp Türk kültürüne taşıdığına dair biraz kafa 
	yoralım. Neden Süleyman Çelebi "cihat yapalım, asalım, keselim" demiyor da, 
	o İranlı vaize nispet olsun diye yazıyor bu ünlü naatı? 
	
       Milliyet'in 24.11.1986 sayısından bir küpür kesip saklamıştım. Ümit 
	Zileli yaptığı bir haberde bizim Ağaköy'ü anlatıyor.Başlık: İhracaata girdi, 
	köy çağ atladı". Araştırmada Muhittin Kocaefe ve köyün kalkınma kooperatifi 
	işlenmekte. Hele Bir Ağaköy'e uzanıp bu işin encamı nereye vardı, aktarınız 
	birkaç gün.  
	
            
	Bursa basınında temel sorun şu. Yerel “damar” olanca sancısı, dertleri, 
	güzelliği, çirkinliği, düşleri, dünleri, yarınları ile gazetelere 
	yansımıyor. Gazeteci dostlarımız, Bursa’nın insanlarını anlatınız. Öyle 
	uyduruk ve yasak savma türünden yahut magazin malzemesi gibi görerek değil 
	ama. Bir Kebapçı İskender’i, bir Şaban Sirkeci’yi, bir Hüsnü Züber’i onların 
	kişiliklerine, anılarına saygılı olarak ve “sanat yaparak” anlatın hele. 
	Çağdaşlık diye mangalda kül bırakmayan bir gazeteci, örneğin Bursalı Deli 
	Ayten’in dramı ekseninde, Erasmus’un Deliliğe Övgü’sünden yola çıkıp benzer 
	çalışmaları anarak ve Aziz Nesin’in Benim Delilerim kitabına da uğrayarak 
	günler süren nefis bir yazı dizisi yapabilir. Yahut Bursa’nın hamamları, 
	kaplıcaları günlerce anlatılabilir. Dayıoğlu Hamamı’nın eski genelev ve 
	Kamberler Mahallesi ile birlikte yazılması, fotoğraflarla desteklenmesi 
	şahane olur. Sizler Salah Birsel’in Boğaziçi Şıngır Mıngır adlı kitabını hiç 
	okumadınız mı?  
	
       1960’ların sonlarında Hikmet Çetinkaya’nın Ege köylerini 
	yazdığı gibi günümüzde mevsimleri gözeterek ve Bursa’nın köylerini gezerek 
	zeytinciler, soğancılar, üzümcüler, biberciler, sütçüler, balıkçılar 
	yazılamaz mı? Hem Bursa Belediyesi’nin, Merinos’un, Çelikpalas’ın, 
	Yıldızkahve’nin, Mahfel’in, benzeri yer ve kurumların öyle bir yazılması 
	olur ki… Yazacak insana! Mümin Gençoğlu’nu, Nuri Erbak’ı, Cemal Alanya’yı… 
	ileride Ali Osman Sönnmez’i, Cavit Çağlar’ı ön yargısız ve yazı edebi içinde 
	kalarak anlatmak mümkün. Haydi, ne duruyorsunuz? Yeter ki ısmarlama şeyler 
	yazmayın. 
	
        Allah'a dilekçe verdim, içeriği şu: Türkiye'de Sayın 
	Süleyman Demirel ve Bursa basınında kimi kalemler varken, dünyaya ikinci kez 
	gelmek istemiyorum.  
	  Mizandaki 
	Bursa (haz. Özkan Eroğlu, Bursa, 1997) adlı kitabın 25-47. 
	sayfalarından 
	kısaltarak alınmıştır. 
     |