| 
                                                               
	                                                                 
	DURMUŞ ALİ YAZAR ile söyleşen: Reyhan Çorum 
	    Durmuş 
	Bey'e Canan Bölük arkadaşım ile ziyarete gittik. Adını Sunğipek Kitabı 
	araştırmalarım sırasında sıkça duymuştum bu yüzden görüşmek istedim. 
	Hisartepe'de Sungipek Evlerindeki evinde bizi eşi ile birlikte ağırladı. 
	    Şimdiki ismi Çamlık olan Dalayman 
	köyünde, 1944 yılında doğmuşum. Annemin ilk eşi erken yaşta apandisitten 
	ölünce, babamın ikinci eşi olarak babamla kuma olarak evlenmiş. Bizim 
	oralarda iki eşlilik var o zamanlar. Annem hizmet etmek için anneanneme 
	gitmiş. Evdeki sobanın üzerinden çorba tenceresini varmış; hamur türünden, 
	bizim oralara özgü çökelek aşı çorbasının hamurları kazayla suratıma ve 
	vücuduma yapışmış. O zamanlar 3 yaşındaymışım. Göbeğimden aşağısı yanmış. 
	Çok uzun yıllar vücudum ince zar tabakası gibiydi, bir şey değse kanardı, 
	şimdi kalınlaştı. Annem sesimi taa öbür mahalleden 1000 metre öteden duymuş. 
	O panikle eve koşmuş. Anneannem beni kocakarı ilacı ile iyileştirmiş, iki 
	yıl yatmışım hiç kıpırdamadan. Babam dışarılarda çalışıyormuş. Fakirlik var, 
	çocuk çok. Annem biraz zeytinyağı ve kireç yollasın diye babama haber salmış 
	ve beni onlarla tedavi etmişler. Bu arada göz damarlarım da yanmış, gözümü 
	tamamen beyaz gri bir tabaka kaplamış. 
	    Köy yerinde kalsam bana kimse 
	bakmazdı. Çok uğraştım okula gidebilmek için. Mahkeme yolu ile Ankara Körler 
	Okuluna yazıldım. O zaman bir Ankara, bir de İzmir'de körler okulu vardı. 
	Müracaatları sıraya koyuyorlardı. Seydişehir'de Maarif Memuru İrfan Şeker ve 
	kaymakam bana yardımcı oldu, okula girmemi sağladılar. Yoksa 130. 
	sıradaydım, yıllarca sıra gelmezdi. Zaten 9 yaşında okula başladım, yatılı 
	olarak okuyup, Ankara Körler Okulunu başarı ile bitirdim. 
	
	        
	
	  
	    Ankara'da 
	Körler İş Araştırma Bürosu'nu kurmuştuk. Sonra rehabilitasyon merkezi de 
	kurduk. Ecevit ile de görüştük. Kendisi o zaman Çalışma Bakanıydı. Hatta 
	gece milletvekillerinin evlerini tek tek dolaştık. Çankaya'nın kapısına iki 
	minibüs (27 kişi) gittik. O zaman Cemal Gürsel cumhurbaşkanı idi. Minibüsler 
	döndü, biz kalacağız diyerek Çankaya kapısına oturduk. Nizamiyedeki yetkili 
	bizi uyardı. "Buraya yabancı elçiler gelir gider, burada oturmayın, arka 
	bahçeye geçin" dedi. "Biz de vatandaşsak bizimle de ilgilenecekler" diyerek 
	arkaya gitmek istemedik. Bir subay geldi ama rütbesini bilmiyoruz çünkü 
	hiçbirimiz görmüyoruz. “Bugün zaten akşam oldu, siz gidin sabah 8.30 da 
	gelirsiniz. Ben sizi götüreceğim, görüşür görüşmez ona karışamam" diyerek 
	bizi gönderdi. O geceyi Tandoğan Mahallesi’nde arkadaşın evinde geçirerek, 
	aramızdan 5-6 kişi temsilci olarak seçip, ertesi gün gene gittik. Cumhur'un 
	özel kalem müdürü Tahir 
	Akın Bey, köşk genel sekreteri 
	Nasır Zeytinoğlu ile görüştürdü. 15 dakika 
	kadar görüştük, ilgilendiler bizimle. Bizim durumumuzu cumhurbaşkanına arz 
	etti. İsmet İnönü başbakandı. İlgilenmesini söylemiş ama İnönü bizi kabul 
	etmedi. Biz ısrar ettik. O zaman Yeni Türkiye Partisi Başkanı Ekrem Alican 
	başbakan yardımcısıydı. Koalisyon hükümeti vardı. Bu görüşmeler neticesinde 
	"bu arkadaşları iktisadi devlet 
	teşekküllerine yerleştirelim" dediler. Bizim elimizde taslak vardı. Bizim 
	isteğimiz 1475 sayılı iş kanununun 25 maddesini hayata geçirtmekti ama " O 
	uzun iş sizi şimdilik bir yerleştirelim" dediler. 
	    Bütün arkadaşlarımız (27 kişi) 
	bir yerlere yerleşti. Beni de Sümerbank'a gönderdiler. 19-7-1963 yılında 
	bizimle ilgili bir karar yayınlandı, bende radyodan öğrendim. 27 Haziran 
	1963'te Ankara Sümerbank, oradan da Gemlik Sunğipek fabrikasına geldim. 
	Ankara'da Emin Giray Bey diye bir teknik muavin vardı. Beni o ikna etmişti. 
	    Burası 
	rahat bir ortamdı. "Trafikten kurtulur, üstelik kira da vermezsin, biz sana 
	her türlü imkanı sağlarız" dedi. 
	İlk işe girerken de onunla muhatap 
	olmuştum. Bekar pavyonumuz vardı. 17 sene orada kaldım.. 
	    Ben telefon santral 
	operatörüydüm, geldiğimde kadro doluydu. "Bir müddet otur, sandalye verelim” 
	dediler, ben kabul etmedim. 
	Sizi nasıl karşıladılar? 
	    İlk 
	geldiğim gün Hakkı Üngör müdür muaviniydi, Cemal Özaydın abimiz vardı. Cemal 
	Bey ona " Bu arkadaşı kahvaltı yaptır" dedi. O beni memur kahvaltı salonuna 
	götürdü. Garson servis getirdi. Ben tam başlayacağım bana, " Dur" dedi. 
	Bıçağı eline aldı, kesti "Aç ağzını" dedi. " Sen dur, ben yemeğimi kendim 
	yerim " dedim. 
	Dondu kaldı. " Bir şey söyleyeyim mi 
	evlat, ben senin böyle olduğunu düşünmedim " dedi. Yani enteresan başladı 
	günümüz. 
	
	                                              
	  
	     Gemlik Sunğipek 
	Fabrikasında bana ilk önce merhamet ve acıma duygusu ile yaklaştılar. İlk 
	önce çile tefrik bölümüne girdim. İpek çileleri paketliyorsunuz, makine 
	hazırlıyor, tartıyor, paketleniyor, orada hanımlar vardı. 480 bayanın 
	çalıştığını söylerlerdi. Benim için " Bu ne yapacak! Biz onun yerine de 
	çalışırız" demişler. Muharrem Atasoy imalat şefiydi. Özellikle beni izlemeye 
	gelmiş. Hanımların o söylemini biraz ağır buldum. Başkalarının sırtına yük 
	oluyormuşum gibi hissettim. " Çok çalışacağım, görme engellilerinin ne işler 
	yaptığını göstereceğim" diye kendime söz verdim. Bana işlemeyi dolaştırın 
	dedim. 
	    İşletmenin ihsar kısmı vardı, 
	büküm terbiye, beni oraya verdiler. Muzaffer Atamer müdürümüzdü. "Biz buraya 
	bayan aldık erkek sokamayız" demişler. 63-70 arası kadrom büküm terbiye 
	bölümünde kaldı. 
	    Bir türlü 
	kendi bölümüm olan santrala göndermediler. 
	Burası aynı zamanda tatil şehri gibiydi. 
	Ankara'dan gelen bürokratlar burada tatil yaparlardı. Ben dilekçemi ve 
	şikayetimi dile getirdim. Genel müdür yetkilileri ikaz etti." Biz onun 
	diplomasını, dosyasını hazırladık, 
	neden asıl yerine vermiyorsunuz" dediler. 
	    
	Bir gün fabrikaya Cevdet Sunay Cumhurbaşkanıyken geldi. Sonra Ecevit. 
	İnönü'ye rastlamadım. Ecevit beni görünce, " Durmuş sen ne arıyorsun 
	burada?" dedi. Ankara'da görüştüğümüzü unutmamış. Hatta Haydar Yıldıran 
	müdürdü. "Durmuş gelsin, onunla sohbet muhabbet edelim" demiş. O zaman 
	şefimiz Şerif Taş vardı, Yalova'dan gelir giderdi. "Sen git duş al giyin" 
	dedi. Müdür telefon etti, ben gittim. Bizim müdür, Abdullah Büyüköğüt ve 
	orada çalışan üst düzey kişiler beni methederken Ecevit, "Bana Durmuş'u 
	anlatmayın, ben onu Ankara'dan biliyorum" dedi. Benimle çok ilgilenmişti. 
	Hatta resmimiz de olacaktı gönderecekti, bilmiyorum ne oldu? O gün oturduk, 
	yaklaşık 2-3 saat muhabbet ettik. O gece gideceklerdi. Kar yağdı, Bursa yolu 
	kapandı, kalmak zorunda kaldılar. Sanayi Bakanı Muammer Ertan ve Rahşan 
	Hanım da yanındaydı. 
	     Sunğipek'de uzun yıllar 
	bekar pavyonunda yaşadıktan sonra evlendim. Eşimle lojmana taşındık. 80 
	yılından 95 yılına kadar lojmanda kaldık. Bu arada bir sene Dörtyol'da Orman 
	Şefliğinin yanında kirada oturdum. 
	Lojman ve lojmandaki hayatı Durmuş Bey'in eşi Emine 
	Hanımdan dinleyelim.. 
	    Biz 6 sene fabrikanın apartman 
	şeklinde lojmanları vardı, orada oturduk. Sonra Karbon Sülfürün yanındaki 
	iki haneli, bahçeli tek katlı eve geçtik. Kenan Bey isminde komşularımız 
	vardı. Orada emekli olana kadar 11 senemiz geçti. Bahçeye her şey ekerdim. 
	Tavuk besledim köpekler yedi. Sonrakileri şikayet ettiler müdüre, İsmail 
	Beylere verdim. 
	    Bahçede bol su vardı. Bir de 
	tavuk gübreleri. Bizim bey salatalık toplamış müdür beye götürmüş. O kadar 
	güzel ve lezzetliydiler ki, o şaşırmış nereden buldun demiş. Domatesler, her 
	çeşit sebze ekerdim. Bana İsmail Bey Jandarma derdi. 
	    Fabrikanın bahçıvanları vardı ama 
	benim çiçeklerimin üstüne yoktu. Kadife çiçeklerime herkes imrenerek 
	bakardı. 10 kasım geldiğinde çelenkleri benim bahçeden topladıkları 
	çiçeklerle yaparlardı. Karbona bir müdür gelmişti. Bizim evin önünden 
	geçerken, "Bahçıvanlar bu eve ne güzel çiçekler ekmiş" demiş. Tohumlarını 
	memlekete bile götürdük. Hala da ekip biçmeyi severim. Bahçemizde yine her 
	çeşit meyve ağaçları vardı. İncir zamanı kilolarca incir, erik toplar, 
	reçeller yapardık. 
	    Sabah evlere kahveye gidilir, bir 
	normal yaşantı içinde olan aileler vardı bizim gibi, bir de daha sosyete 
	olanlar vardı. Onların yaşantıları bizden biraz farklıydı. Akşam lokale 
	inerler, hanımlar konken oynar, erkekler bezik oynar, yazlık kışlık lokalde 
	yemek yerlerdi ama kimse kimseye birinci, ikinci sınıf vatandaş gibi 
	davranmazdı. Samimi ortamlar vardı. 
	    Fabrikada günler, düğünler, 
	sünnetler olurdu. Öğretmen olan kızımızın da kınasını, düğününü fabrikada 
	yaptık. Aşçılar Durmuş'u çok sevdikleri için yemekleri yapıverdiler. Zaten 
	salon ücretsizdi. Farikada oturanların hepsi geldiler, çok güzel, nezih bir 
	düğün oldu. 
	FABRİKADA ÇALIŞAN HERKESİ TANIRMIŞSINIZ? 
	    82 oturan 
	aile vardı. Baştan daha azdı, sonradan üç apartman ilave oldu, insanlar 
	çoğaldı. Evet herkesi tanırdım, beni severlerdi. 
	Telefon numaralarını ezbere bilirdim. Çok 
	anımız var. 
	     
	Hüsnü Ağrı; Muhtar Mehdi'nin babası. Fabrikanın saatçisi. Onunla aramız çok 
	iyiydi Saçları yoktu, ona saç kalmamış diye takılırlardı. 
	" Bu saatleri yaparken bir tane koparıp 
	içine koyuyorum" Eee ne oluyor? " Çabuk arızalansın da bir daha gelsin 
	parasını alayım" derdi. Hüsnü Amca dışarıda oturuyordu. Çok hoş bir adamdı. 
	Bu oturduğumuz yeri kooperatif olarak kurduk. Ben kuruculardanım. 83 yılında 
	dağıtıldı. Bir takım eksikler vardı. 
	    İsmail Aktar hisar bölümünün 
	katibiydi. Sonra muhasebe bürosu açtı. Kooperatifi hep beraber kurduk. 
	Projesini İstanbul'dan birisi çizmiş. Toplantı yaptık, görüş bildiriyoruz. 
	Öbürleri kademeli, bizimki düz. Şöyleydi, böyleydi derken ben şahsen buna 
	karşıyım dedim. 
	    Elektrikçi Semih Sezer vardı, 
	"Biz iki gözümüzle anlamadık, sen nasıl anladın, ben çıkacağım " dedi. Ev 
	yapıldı, olaylı oldu. Bizim arsamız daha geniş. O zaman biz fazla arsa payı 
	ödedik. 
	    Ben geldiğimde müdür, Muzaffer 
	Atamer idi. Eşi Halise Hanım, bir oğulları bir de kızları Leyla vardı. 
	İnsana değer verirdi. 
	    Mehmet Şekip Esen ile sadece 
	akşam eve gidince ayrılırdık. Gündüz gelince hep birlikte olurduk. 
	    Sunğipek gerçekten bir aileydi. 
	Hiç kapılarımızı kilitlemezdik. Ben buraya geldim ve yıllarca bekar olarak 
	yaşadım. O aileler bana hiç yabancılık hissettirmediler. Öğlende yemek yapar 
	bana getirirlerdi. 
	SANTRAL MEMURU DURMUŞ'UN ANILARI.. 
	    Ben geldikten sonra benim 
	hareketlerimi görenler kör olduğuma inanmadılar. Serbest hareket ediyorum. 
	Az da olsa gördüğüme inanıyorlardı. 
	    Mekanik atölye tesfiye şefi 
	Süleyman Şanda'nın hanımı var. Onlar yeni evlenmişlerdi. Mevsim yaz, yemek 
	yedim oturdum. Bunlar geldi yanıma oturdular. Görüp görmeme meselesine geldi 
	sohbet. Hanımı ben seni tanıyorum dedi, Süleyman bey de az da olsun 
	görüyorsun dedi. Benim gözümü bağlayın, çiçek serasından yukarıya çıkacağım, 
	merdivenlerden dolanıp geleceğim dedim. Dolaşıp geldim. Benim oturduğum 
	sandalyeyi değiştirmişler ama ben biliyorum. Bu benim sandalyem değil dedim. 
	Onlar iddia ediyorlar. Benim sandalyem camekanın üçüncü ayağında deyince 
	inandılar. Ben hepsini hesap etmiş, kafamda belirlemişim. 
	    Merdivene geldiğimde çocuklar 
	koşar ayaklarıma sarılır, bende onlara çekirdek alırdım. Büfeci Hasan amcaya 
	250 gr çekirdek getir derdim, biraz sonra gelir gene çekirdek getirir, "Bu 
	kadarcığı da benden olsun" derdi. 
	EMEKLİLİK.. 
	    1995 senesinin 17 Ağustos'una 
	kadar fabrikada geçti hayatım. 31.5 sene çalıştım. Emekli olduktan sonra 
	fabrika evlerinden aldığımız eve yerleştik. Teknik kadro olduğu için ücretim 
	iyi. Emekli olan arkadaşlara yemek verilir, aralarında para toplayarak 
	hediye alırlardı. Bana da veda yemeği yaptılar. 
	    Dört çocuğumuzu da okuttuk. 
	Fabrikayı kuran bir teknik mühendis Nidiger vardı. Maurer firmasının müdürü. 
	Şekip Esen'in yanına gitmiş, o taksiye koyup bizim eve göndermiş. Ailece 
	geldiler. Bizim gelin de vardı tesadüfen. İngilizce biliyor. " Durmuş aferin 
	sana, ne kültürlü ailen var" dediler. 
	    Fabrika kapandıktan sonra gittim. 
	Haline çok üzüldüm ağladım. Her yeri viran olmuş. Ardıç türünden ağaçlar, 
	yemek bahçesi vardı. Bir tane kalmamış. Bence fabrika çalışmalıydı. 
	Üniversiteye devredilmesi çok güzel oldu ama şu an orası çok bakımsız. Ben 
	baştan karşıydım ama şu an biraz huzur buldum. 
	Görememek nasıl bir duygu.? 
	    Gözlerimi kaybettiğim için hiç 
	bir şekilde müşteki olmadım. Baston da kullanmadım. Fiziki güzellik olarak 
	hiç bir bilgim yok. İnsanlar hakkında; bana, genele olan davranışları, 
	sesinin tonu ile değerlendiririm. Ayak yürüyüşünden kimin geldiğini bilirim. 
	Rengi nasıl biliyorsunuz? 
	    Renklerden siyah renk anlaşılır. 
	İnsanın eli hassassa dokununca anlar. Siyah rengin dokusu, boyası sert olur. 
	Benim için kulak çok önemli. Yolda giderken kulaklarımı kapatmayacaksınız. 
	Fazla gürültü olduğunda zorlanırım. İster radar, ister manyetik mikro 
	dalgalar deyin. İnsanlar bu elektro manyetik dalgayı kavrayamadıkları için 
	bizlerin davranışları onlara şaşırtıcı geliyor. Onları geliştirmişimdir. 
	Önümde çukur varsa onu hissederim. Ama yanımda biri var ve dikkatimi ona 
	vermiş, güvenmişsem çukura da düşerim. 
	    Yolda iki arkadaşım koluma girdi, 
	sohbet ederek yürüyoruz. Birden ayağım takıldı mazgala, düştüm." Ulan bir 
	körü dört gözle biz öldürecektik" dediler. 
	    Ben Ankara'da rahatlıkla tek 
	başıma takılmadan dolaşırdım, şöyle söyleyeyim kaldırımın kenarına gelir 
	dururdum. Etrafımı dikkatlice dinler seslerin uzaklığına bakardım. Ses 
	uzaksa mesafeyi ölçer karşıya geçer, yakınsa beklerdim. Burada da, 
	memleketim Konya'ya gittiğimde de (orada yaptırdığımız evimiz var) çarşıya 
	gider, alışverişimi yapar, bir tanıdık görür alırsa onunla, yoksa yürüyerek 
	torbaları taşır eve gelirim. Allaha şükür başıma bir şey gelmedi. Ben bir 
	tek kaynak yapamam, o da ellerimle dokunamadığım için. 
	    Sunğipek Fabrikası ayrı bir dünya 
	idi. Görmesem de hissediyordum, cennet gibiydi. Biz burayı aldığımızda 
	bacadan o bölgeye koku yayılıyor, orada oturamazsınız diyorlardı ama biz bu 
	kokuyu hiç duymadık. Atatürk çok akıllı adammış. Tam esintinin olduğu boğaza 
	yapmış fabrikayı. Rüzgarla savrulmuş koku. İnsanlar ve zeytinler 
	etkilenmesin istemiş. 
	 Hakkında o kadar çok hikayeler 
	okudum ki; umarın biz de Durmuş Bey gibi mutlu olmanın ve çevremizi mutlu 
	etmenin sırrına varırız. 
	Kaynak: 
	https://gemlikhabergazetesi.com/haber/kapali_gozler_ruhu_seyretmenin_en_guzel_seklidir_durmus_ali_yazar-57851.html?fbclid=IwAR2zU5TXpqGhjXTSQMvWM1uPDFWguGtOBdDTJAYv7qQrX_PeQfEGEIXMB2k/
	
  |