Cumalıkızık'ın Keşfi

Bursa'nın Mimarisi

Bursa'da Sosyal Hayat

 
   

 

      Cumalıkızık'ın meşhur bir köy haline gelişini anlatan iki yazıyı sunuyoruz...                   

                 Cumalıkızık’ı Bize Tanıtanlara Merhaba

                                                                                     Cengiz Bektaş

    Kimi hocalara kızılır hep: "Elindeki belgeleri saklıyor... Kimselere vermiyor, kendisi de yayınlamıyor..." diyerekten. Talkım salkım öyküsü olmasın... Dostlar, etmeyin, eylemeyin.. Bilginin,  çalışmanın kıskançlığı olmaz. Herkes omuz vermeden, herkes el vermeden bu işler olmaz... Üniversitelerde, işliklerde, dolaplarda durup duran,  yayınlanmayan çalışmalardan kime ne yarar gelir ki? İşte böyle düşünüp, kahırlanıp, söylenir dururum epeydir... Sanki duyulmuş gibi, bir gün, bir telefon:

“Bizler falan filan... Sizinle Bursa'nın bir köyü üzerine konuşmak istiyoruz, gelebilir miyiz?

    Geldiler... işte böyle tanıdık Recayi Coşkun dostu... Engin, Mithat Kırayoğlu dostları, sonra da Bursa'dan öteki canlan... işi bıraktık, toplandık çevrelerine... Bize bir çırpıda Cumalıkızık'ı anlatıverdiler. Hemen izlence saptandı. Bizim önceden belirlenmiş olan, işliğimizin iç eğitimiyle ilgili, İznik'teki Osmanlı yapılarını görme izlencemize, Bursa'dan gelecek, mimar, kent plancısı arkadaşlar da katılacaklardı. Sonra hep birlikte Bursa'ya gidilecekti. Oradan, bu kez de onlar bizi Cumalıkızık'a götüreceklerdi.

   1982 yılı Ocak ayı sonlarında birgün, İznik'e, biz İstanbul'dan vapur ve minibüsle vardık. Onlar da Bursa'dan üç araba dolusu geldiler. Engin ve Besim Çeçener çifti de bizimle birlikteydi. İznik gezildi, tartışıldı akşama dek. Gece Bursa'ya geçildi. Sonra da Bursalı canların düzenlediği bir günün hemen öğleden sonrası Cumalıkızık'a doğru yola çıkıldı, önümüzde gerçekten bütün coşkusuyla Recayi Coşkun kardeş... Vardık Cumalıkızık'a, anladık Recayi'nin coşkusunu: Recayi Coşkun, İstanbul Teknik Üniversitesi Müh. Mimarlık Fakültesinde lisansüstü çalışmasında Cumalıkızık'ı ele almıştı. Çalışmasının adı şöyleydi:

   "Mimari Mirasın Korunması, Sivil Mimarlık Örneklerinden Bursa'nın Cumalıkızık Köyü Ölçeğinde İrdelenimi". Cumalıkızık'ı tanımış, sevmişti. Cumalıkızık'ı herkes bilsin istiyordu... Ne güzel!

   Dileğim onun çalışmasını olduğu gibi, bu sayfalara aktarmaktı. Ancak Cumalıkızık'ın bir yarışmaya konu olması, bu sayıda, kısıtlı sayfalarda ve de en kısa sürede özetlenmesi zorunluluğunu getiriverdi birdenbire... Recayi'nin anlayışına ve ondan daha önce aldığım izine dayanarak özetliyorum işte:

   Cumalıkızık, Bursa'dan Ankara'ya giden yolun 12. kilometresinden sonra üç kilometre içeriye, Uludağ'a doğru gidilince varılan, denizden 340 m. yukarıda bir köy... Osmanlıların ilk yerleşme dönemlerinde kurulmuş. O günlerden bugüne de özelliklerinde pek bir değişme olmamış... En az bu nedenle de ilginç... İçerdiği, işlevin karşılanmasına yalın, yapmacıksız, az gereçle, doğrudan varan, ama insan sıcaklığını yitirmemiş halk yapı sanatı örnekleri gerçekten önemli... 350 hanesi var 230'u kullanılıyor. 869 kişi oturuyor, yarısı erkek, yansı kadın.   Oturanları çoğalmıyor da, çok az da olsa, azalıyor... İş için, kent için, kentsel olanaklar için Bursa'ya göçülüyor çünkü... Bir çağlarda en iyi ipeği çıkarırmış köy... Ana uğraş sebzecilik, meyvecilik... Tütüncülük, hayvancılık da var...

    1940-50 arasında en büyük kazanç kestanedenmiş, 1955'te kestaneler "Mürekkep Hastalığı'na tutulmuş. Kestane iyiden iyiye azalmış... Köy bu yönden çok dertli. İklimsel özellikleri de Bursa' nınkiyle bir... Cumalıkızık'ın 102 öğrencisi olan 6 öğretmenli bir ilkokulu, bir camisi, yıkılmaya yüz tutmuş bir hamamı, iki kahvesi var. İşin dışında erkekler kahvede, kadınlar ev gezmesinde... 230 hanede 180 televizyon, 135 buzdolabı, 50 çamaşır makinesi, 12 de banyo küveti varmış... iyi mi? Hemen her evde kendi gereksinimleri için bir inek besleniyormuş; altmış kadar da at varmış tüm köyde... Evlerin hemen hepsinde kendi çeşmeleri var.

    1935'te bir özel girişim elektrik üretmiş köyde. 1942'de anlaşmazlıklar sonrası, gidivermiş elektrik... 1970'te TEK aracılığıyla yeniden gelinceye dek, yollar kandillerle aydınlatılmış. Köyde ısıtmanın sobayla olduğunu gözlemlemiş Recayi Coşkun...

    Cumalıkızık yedi mahalleden oluşuyormuş... Bundan sonra evlerin genel özelliklerini anlatıyor Recayi dost çalışmasında... Bize de gösterdi gezdirirken her şeyi...

    Evlerin alt katlan ahşap hatıllı, taş örgü duvarlarla oluşturulmuş: Duvarlar, yerkatında, zorunlu olmadıkça giriş kapısı dışında, dışa açık vermiyorlar. Yerkatı 3 - 3,5 m. yüksekliğinde. Bir bölümünün üstü evle örtülü bir avlu bu gerçekte... Ama bu avlu, en az ev içince tasarlanıp, düzenli kullanılmak zorunda...Yaşamın ya da yaşamsal olayların en büyük bolümü burada geçiyor çünkü.

    Şaraphana (üzüm sıkma teknesi) burada, ahır burada... Her türlü depo burada. Kümes burada, ahır burada... Ekmek fırını burada... Aşure kazanı, pekmez kazanı, çamaşır kazanı burada kaynıyor. Aşhane, helâ burada... Daha da yer kalmışsa çiçeği-böceği, soğanı, maydanozu burada... Kestane toplamak için gelen yardımcı işçilere yemek de burada pişiyor. Avlu elden geldiğincegüneye ya da doğuya açık. Evler kuzeye kapalı... Birinci kat kışlık kat... Yüksekliği 220 cm... Burada avlu yönüne bakan hayatın yol yüzüne sıralı odaları var.  

         

2. kat (yerkatıyla birlikte 3. oluyor) yazlık kat, 2,5 m. yükseklikte... Yazın yaşanılan odalar var burada. Odalar hep bildiğimiz düzende: Kısacası bu 3 katlı kesit, büyük ailenin yazlığını, kışlığını sağlıyor işte... Birinci ve ikinci katlar ahşap çatkı taşıyıcı arasında bağdadi üzerine sıva... Pencere oranları, çocuğu düşünen bel tahtaları... Hep Anadolu'nun insancıl sıcaklığında...

    Recayi bize sosyal sorun olarak yeni kuşak çatışmasını da gösterdi... Rölövesini çıkardığı Eyüp Uludağ’a ait evin çizimlerini incelerseniz siz de göreceksiniz hemen: Misafir odası denilip de Bursa pazarından alınmış Barok(?) koltuk kanepenin tıkıldığı odayı görünce; yozlaşmanın boyutlarının köylerimize çoktan uzandığını anlıyorsunuz. Yaşlılar, bu göstermelik, borç harç edinilen nesnelerin evliliklerde koşul olmaması için bir şeyler yapmayı da düşünüyorlarmış...

    Recayi dost ve öteki canlar, coşku ile oradan oraya bizleri sürükleyerek ellerinden ne gelirse gösterdiler. Sokakları adım adım dolaştırdılar "Bunun adı şuydu, bu oldu; bunun adı buydu bu oldu" diyerek... Bu da ne demek diyorsunuz değil mi? Anlatayım:

    Sokaklara yeni ad levhaları asılacakmış... Bursa Belediyesinde mi ne yaptırılmış levhalar... Yerine gelip de buranın adı neydi diye soracaklarına, Bursa'da akıllarına ne düştüyse ona göre ad yazdırmışlar tabelacıya... "Hürriyet Sokağı", "Müsavat Sokağı" gibi örneğin... "Hamamönü Sokağı" olmuş mu size "Huzur Sokağı"; "Yunus Aralığı" da "Levent Sokağı"... inanmadınız değil mi?

    Hangi ülkede halka, insanlara böylesine saygısızlık olur şu yüzyılda? Dolaştık, akşam hava kararıp da artık bir şeyler göremeyinceye dek... Sonra hep birlikte, yemesi-içmesi, türküsü, tartışmasıyla akşam sofrasına oturduk...

    Burada kalır mı bu coşku? Kalmaz elbet... Ürünsüz olur mu? Heyecan ürünsüz olunca ne boş şeydir... Bursa'da sürdü tartışmalarımız, düşünce, çözüm üretme çabalarımız. Sonra da boş durmadılar, Bursalı canlar... Başka evlerden de rölöveler çıkardılar. Hamamın onarımını üstlendiler. Sağ olsunlar, var olsunlar. Neler oluyor, neler olacak isteyince. Buradan hepinizin içinden, hepiniz adına "Merhaba" onlara, bizlere Cumalıkızık'ı tanıtanlara. 

                                                     Kaynak: Mimarlık Dergisi, 1983, Yıl 21, sayı 5-6, sayfa 8-12

 

 

Cumalıkızık: Tarihsel Dokusunu Koruyan Bir Osmanlı Vakıf Köyünün Evrimi

Engin KIRAYOĞLU, Mithat KIRAYOĞLU, önder BATKAN, Zafer ÜNVER, Ö. Tahir GÜLKOKAR, Figen AYÇETİN, Mustafa ÖZ

     Bursa'dan doğuya doğru Uludağ'ın yamaçlarına dizilmiş Kızık köyleri... Derekızık, Fidyekızık, Değirmenlikızık, Hamamlıkızık ve Cumalıkızık. Her birinin bir kuruluş öyküsü, efsanesi var. Ama tümü için ortak olanı, Selçukluların parçalanma döneminde Anadolu'ya geçen Türkmen boylarından "Kızık"ların bu bölgeye yerleştiğidir. Dağa doğru üç kilometre yürürsek Bizans kalıntıları çıkar karşımıza. Belki bu önemli Türkmen yerleşmesi, çoğunlukla olduğu gibi bir Bizans yerleş meşinin hemen dibini veya hatta üstünü yer olarak seçti kendine. Bunu söyleyebiliyoruz, çünkü köyde bulup okuduğumuz belgelere göre ilk Osmanlı yerleşmelerinden biri olması gerek Cumalıkızık'ın. Gerçek ismi "Camilikızık" bir Vakıf köyü ve Orhangazi Vakfiyesinden... Bursa müzesinde muhafaza edilen kadı sicilleri arasında Kızık köyleri ile ilgili şer'i mahkeme kararlarına rastladık. Ayrıca incelenmesi gerekli Evkaf defterlerinde, Defter-i Hakaniye' lerde, Hüdavendigar Livası'nda ne gibi bilgilerin saklı olduğunu bilemiyoruz. Köyün hemen altında Deliçay kıyısında terk edilmiş "Koca Mezarlık" ve mezar taşları, dillerinden anlayan birilerini bekliyor konuşmak, söyleşmek için. Ve nihayet Köy... Asırları kucaklayan tarihi hamamı ve camii, birbirlerine sokulmuş görkemli evleri ve olağanüstü sessizliğiyle, adeta gerçeküstü bir dünyaya, bir başka çağa taşıyor bizi. Organik dokuya uygun, köşelerde zengin bir biçimde pahlanarak kıvrılan daracık sokaklar, bazen evlerin ikinci katlana kadar tırmanan dolu dolu taş duvarlar, sonra sokağa doğru açılıp saçılan cumbalar, kafesler. Kapıyı açıp girdiğimizde, tarlada başlayan üretim eyleminin devam ettiği taşlıklı avlu ve onun etrafında aile bireylerinin önemine uygun olarak çeşitli kotlarda yerlerini bulan yaşam mahalleri.

    Kimler yaşadı buralarda? Nasıl insanlardı? Ne ekerler, ne biçerler, ne düşünürlerdi? Birbirleriyle, çevreyle, devletle ilişkileri nasıldı? Bütün bu ilişkiler evlerini, köylerini şekillendirdi. Ve bu evler, bu köy, tesadüfî bir koruma sonucu günümüze dek geldi. Bu evleri inceleyerek, diğer bulgularla bütünleştirerek, o ilişkilere ait ipuçlarını bulabilir miyiz? Ve giderek bugün için, gelecek için öneriler getirebilir miyiz?

   Bakın, Vakıf müfettişinin 1685 yılında tuttuğu zabıtta köy halkı şikâyetini nasıl dile getirmiş: "Uludağ'da bulunan Kırkpınar adlı yerden işbu Balıklı adlı vadiye akan suyun dağ tarafındaki kaynağından doğu tarafı Cumalıkızık ve batı tarafı Fidyekızık adlı köyler toprağı olup, doğu taraftaki kaynağından çıkışından sonra tamamen köyümüz arazisinde işbu Balıklı adlı vadide akıp, yaz günlerinde eski günlerden beri yarısı ile bizim bahçelerimiz, bostanlarımız ve tarlalarımız sulanıp, diğer yarısı ile Fidyekızık halkının bostanları sulanıp, anılan Sultan Orhan Vakfına adı geçen su sebebiyle senede on beş bin akçe kadar bostanların öşrü ödenirken ve kış günlerinde çoğu arazimizi tahrip edip, diyetim ödemek bize isabet eder iken, elimizde paylaşmaya dair şer'i mahkeme kararı ve padişah fermanı var iken, Fidyekızık köyü halkı eski adete muhalif olup, paylaşmaya razı olmayıp, adı geçen suyu yaz günlerinde müstakilen zapt edip, Vakfımız ve köyümüz halkına çokça zarar ederler. Mevcut durum etraftaki köyler halkından öğrenilir ve kararları yazılmak isteğimizdir."

   Cumalıkızık köyünün bugün de Gürsu ile su anlaşmazlığı var. Ama bu kez dava şer'i mahkemede değil, Bursa mahkemelerinde görülüyor. Anlaşmazlığı bir tarafa bırakırsak, belgeden öğrendiğimiz, Cumalıkızık'ın bir vakıf köyü olarak belli haklan ve görevleri olduğu. Gene Kızık köyleri ile ilgili olarak bulup okuduğumuz bir kadı sicilinde ise, Vakfa dahil Kızık köylerinin "avarız" denilen "olağanüstü haller vergisi"nden muaf tutulduğunu saptamıştık.

    Bütün bunlar kopuk kopuk birtakım çağrışımlar getiriyor düşüncemize, düşümüze. Konuya bu kapsamda girersek, acaba çıkabilir miyiz bugüne? Bulabilir miyiz Osmanoğullarının Kayı boyundan mı, yoksa Selçuk ucundan mı olduklarını? Asya'dan, İran'dan, Anadolu'ya neler taşıdıklarını, Bizans'tan neler öğrendiklerini? Anadolu'nun bu zengin karışım döneminde, evliyalar, veliler, babalar ve gazilerle Osmanlı'nın bir beylikten imparatorluğa nasıl dönüştüğünü görebilir miyiz?

    Evet... Şimdi girelim artık köye. Bütün bu düşüncelerle dolu olarak, işte meydanın köşesinde Ali Ülker evi karşılıyor bizi. Soldan camiye doğru çıkalım. Şaziye Nine bakıyor pencereden. Biz en iyisi sözü evlere bırakalım.

                                                            Kaynak: Mimarlık Dergisi, 1983, Yıl 21, sayı 5-6, sayfa 4-7

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 16/10/22